27 Mart 2010 Cumartesi

uçak geçsin hele



Bozcaada, Assos, Akçay, İda, Ankara, Eskişehir, Yeşilköy, Samatya, Bakırköy'de çok şey oldu anlatacağım...
Kafamdaki elektriği anlatacağım.
Ne zaman?
Bu aralar...
Sıkıntılı genişlik ve ferah kısıtlama arasındaki çatışma bittiği anda harflere sarılacağım.
Uçak gürültüsüne rağmen, Red Hot Chili Peppers'tan elçi biçtim.
Özümden af dilerim.

8 Mart 2010 Pazartesi

hanımlar günü ve şehriyeli balık

8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü, etrafındaki, organizasyonundaki, şirketindeki, bölümündeki kadınlara sembolik jestler yapma günü olarak yaşayan erkek şeflerin, müdürlerin, patronların ne kadarı, bu günün aslında, en başta, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olduğunu biliyordur? İki cinsten birinin üyelerini, sadece cinsiyeti nedeniyle kutlamaya yarayacak bir gün tertip edilmiş olamayacağını ne kadar insan idrak ediyor? Cinsler arasında fırsat, hak ve kazanım eşitliği olmayıp, kadın cinsinin aleyhinde kurulmuş toplumsal düzenlerde, bu "Dünya Kadınlar Günü" ya zaten bilinmiyor, anılmıyor, kutlanmıyordur; ya da varlığının nedeni hakkında düşünülmeden, çiçekler veya basit jestlerle, menfaatçi ve içi boş bir şekilde geçiriliyordur.

Kadın ve erkek cinslerden bireyleri, birbirine daha adilce denk hak, fırsat, özgürlük ve kazançlara sahip toplumlarda ise, kadınların değil, erkek adamların değerlerinin öne çıkarılması gerektiğini düşünenlerdenim.

Uluslararası Adamlar Günü yok mu? Var! Sembolünün, bir ilkokul öğrencisi tarafından oluşturulduğundan emin gibiyim. İlk kez 1999'da, Trinidad ve Tobago'da, Jerome Teelucksingh'in babasının doğum günü olan 19 Kasım tarihinde, West Indies Üniversitesi'nde organize edilen bu penisli gün, 12 ülke ve Birleşmiş Milletler tarafından tanınıyor, kutlanıyormuş. Başarılı, örnek ve adı duyulmuş adamlar kadar, bilinmeyen ama ailesini iyi geçindiren, baba ve koca olarak iyi rol modeli olabilen, namuslu ve daha az başarılı adamların öneminin de hatırlatılması amacıyla oluşturulan bu günün anlamsızlığına şapka çıkarıyorum!

----------------------------------------

Yeni bir yemek doğdu!



Adı da "Arpa Şehriyeli Ton Balığı" kondu! Ben yaptım!

Malzeme listesi ve hazırlanışı şöyle (tarif biraz uzun, isterseniz uzanarak okuyun):

- "Zaten çok uykum var; eve varınca kısa bir süre internette vakit geçirip, yatarım; yemek yememe gerek yok." düşüncesiyle biten mesai
- Yemek yapmaya üşenmek
- Makarna eksiği
- Ton balığı konservesi
- Bakkala gidip makarna almaya üşenmek
- Gaziantep güneşinde kurutulmuş domates
- Kebap, suşi, pide gibi hazır yemek sipariş etmekten utanmak
- "Evde, makarna gibi üretilmiş bir malzeme olmalı..." inancı
- İnat
- Su
- Isı
- Tuz
- MSN'de moral mesajları yazan sevgili
- Binlerce güzel resimden müteşekkil ekran koruyucu
- Arpa şehriye
- Tuzlu bisküvi

Acıktığımızı hissetikten kısa süre sonra "bilgisayarın başından kalkıp da tavuklu, sebzeli, baharatlı, soslu yemek yapmaya hiç mecalim yok!" tavrını yeterince takınmadan, bu yemeği yapmaya kesinlikle girişmiyoruz. Ayrıca, dışarıdan hazır yemek sipariş etme eyleminden de yeterince usanmış değilsek, bu muhteşem lezzeti hazırlamak için de yetkin sayılmayız.

Evde yemeye hazır yemek olmadığını bildiğimiz halde, iş yerimizden karnımızı doyurmadan çıktığımız için yeterince pişman olunca; makarna, un, kuru baklagil, çay, kahve, şeker, tuz, keçi boynuzu, mısır gevreği, kahve filtresi dolabımızın karşısına geçiyoruz. Aklımızda, ton balığı eti parçalarıyla zenginleştirilmiş makarna yapma fikrinin çok olgunlaşmış ve yok edilemez boyutlara ulaşmış olması gerek. Bu fikir, benliğimizin o kadar değişmez bir parçası olmalı ki, evimizde makarna olmadığına inanmamız için, dolabın her köşesine boş gözlerle bakarak dakikalar geçirmeliyiz. Makarnalarımızı içinde sakladığımız kabımızı, son boşaldığında kapağı kırıldığı için, kısa bir süre önce çöpe attığımızı hatırladıktan sonra; neden yeni bir paket makarna almadığımıza yeterince anlam veremiyoruz ve böylece aklımızın bir köşesine sinsi sinsi yerleşen şehriye alternatifine sıcak bakmaya artık hazırız demektir. Bu alternatifin bize saçma gelmesine aldırmadan, hazırlayacağımız gıdanın çok lezzetli olacağına dair bir onay azıcık da cesaret alma ümidiyle, sevgilimize MSN vasıtasıyla sataşıyoruz. Ton balıklı makarna yapmak için ne gerekeceğini sorduğumuzda aldığımız "gaz" cevabı, bizi yeterince cesaretlendiriyor. Makarna yerine şehriye kullanacağımız için, 15-20 dakika sonra, dünyanın en başarılı adamlarından biri olacağımızdan kuşkusuz, kabarmış bir göğüsle mutfağa dönüyoruz!

Önce, kararımızı sindirme aşamasını da yemek yapar gibi yaşamak için, Gaziantep güneşinde kurutulmuş 2 parça domatesi, arpa şehriye ebadından da küçük ölçüde doğruyoruz. Bu uzun işlem boyunca caymadığımız kararımız, uyluk kemiği kıvamında sertleşmiş demektir.

Ne kadar şehriyenin, ne kadar suda, ne kadar süre kaynayınca, ne hale geldiğinden haberimiz olmadığı için, küçük bir sos tenceresinde, yarım litreden biraz fazla kaynar suyu, bir kaç damla zeytinyağı ve yüzlerce küçük tuz taneciğiyle karıştırıyoruz. Ocağımızın küçük gözünden çıkan doğalgaz aleviyle ısınan tenceremizin içindeki su, zeytinyağı, tuz karışımına, önceden kıymık ebadında doğradığımız 2 parça kuru domatesi ekliyoruz. Tenceremizin içinde saat yönünde 4 tur, ters yönde de 3 tur çevirdiğimiz kaşığı, tezgahtaki kayık tabağın içine bırakıp, bilgisayarın başına dönüyoruz. Yemeğimizi yapmaya başladığımızdan beri kullanım dışı kalan bilgisayarımızın devreye soktuğu ekran koruyucusunda, 1 Vikki Blows ve 1 Boeing 787 Dreamliner fotoğrafı gördükten sonra, fareyi oynatıp MSN listemize ulaşıyoruz. Aklımız, açlığımıza bulduğumuzu düşündüğümüz çözümde olmasına rağmen, sevgilimize, kendisini ve dolayısıyla bizi hoşnut edebilecek dürüst cevaplar veriyoruz.

Bu sırada, açlığımızın da ısrarıyla, iş yerimizden çıkmadan önce çantamıza koyduğumuz Belçika üretimi tuzlu bisküvi paketini açıyoruz ve içindeki 3 parça Taç Kraker benzeri bisküviyi aceleyle yiyoruz. Böylece, yemeğimizi yapmaya yetecek kadar enerji almış oluyoruz.

Kuru domates kıymıkları, sıcak suda ıslanıp biraz kalınlaşmaya başlayınca, "şu kadarını da kavanozda tutayım da, çorba yaparsam kullanırım" deyip tasarruf ederek ayırdığımız 1 su bardağından az arpa şehriyeyi, yer çekimi vasıtasıyla tenceremize döküyoruz. Saat yönünde 11, ters yönde de 12 tur karıştırdıktan sonra; buzdolabından, 1 kutu net 160 gramlık ton balığı konservesi çıkartıyoruz. Kapağını, parmağımızı kesmeden açıp, içindeki gereksiz yağı etrafa sıçratmadan lavaboya döküyoruz. Bir an için, 1 kutu da mısır konservesi eklesek nasıl olacağını merak edip, hemen boşveriyoruz.

Şehriye ve domatesler kaynarken, tekrar bilgisyarımızı başına geçiyoruz ve bu sefer bizi bir Antonov AN225 fotoğrafı karşılıyor. eMule'ü çalıştırıyoruz ve sevgilimizle bir kaç cümle daha sohbet ettikten sonra, tekrar yemeğimizle ilgilenmeye, mutfağa dönüyoruz. (En güzel yemek, kendisiyle ilgilenilerek yapılan yemektir... Büyük ihtimalle öyledir... Malzemelerle hiç ilgilenilmezse, kendiliklerinden birleşip, değişip yemeğe dönüşmeyeceklerine göre; malzemeye ve işleme sürecine gösterilen ilgiyle, sonucun tatmin ediciliği arasında doğru orantı kurmaya hakkım yok mudur?)

Artık, içinde bir sürü kırmızı nokta bulunan krem rengi bir bulamaç gibi gözükmeye başlayan yemeğimizin, sunulma ve hatta yenme zamanının geldiğini düşünerek, ocağı kapatıyoruz. Önce, ertesi gün yapabileceğimizi düşündüğümüz çorbaya destek olarak saklamak istediğimiz suyu ziyan olmasın diye, süzgecin altında yeterince alan kaplayacak genişlikte, kapaklı bir cam kap hazırlıyoruz. Kapağını çıkartıp, sağ elimizdeki süzgeci kabın üzerinde tutuyoruz ve sol elimizle de tenceremizin içindeki ıslak kuru domatesli haşlanmış şehriye öbeğini süzgece döküyoruz. Bu kadar yumuşak bir kütleden sadece o kadar su çıkmış olmasını, şehriyelerin çok küçük ve birbirlerine sımsıkı tutunmuş olmalarıyla açıklayıp, süzgeci aşağı yukarı sallıyoruz. Bu sayede, cam kabımızda daha çok su birikiyor. Süzgeçte kalan küçük ıslak kuru domates parçacıklı şehriye yumağını, yayvan bir tabağa transfer ettikten sonra, tenceremizde kalan son partiye de süzme işlemini azimle uyguluyoruz. Cam kapta biriken suyun renginden, mantığa çok yatkın bir yemek yapmadığımızı anlasak da, yaşadığımız bozuntuyu hiçe sayıyoruz çünkü açız ve gururluyuz.

Daha önce açtığımız ton balığı konservesini de tabağımıza ekledikten sonra, tadına bakmak için yaşadığımız heyecanı dizginlememize bir gerek kalmıyor ve ilk çatalda ne büyük bir başarıya ulaştığımızı anlıyoruz.

Elimizde tabağımızla bilgisayarımıza döndüğümüzde, bizi Peter Paul Rubens'in ilk "Masumların Katli" tablosunun fotoğrafı karşılıyor.

Aldığımız dersi herkesle paylaşmak istiyoruz...