28 Şubat 2008 Perşembe

popo çayı

Almak isteyene, televizyon reklamları bile eğitim sunabiliyor.

Bir bankanın çevreci (çevre üreten veya satan?) müşterilerini hedefleyen bir kredi kartı var. Reklamı ise, dünyanın uzaydan çekilmiş görüntüsünün üzerine, kalın sesiyle İngilizce sözcükler söyleyerek Hollywood filmi fragmanı havası veren adamın kükremesiyle başlıyor. Sonunda "Bi' şey yapalım" bağlantısıyla, bu çevreci kartın, çevreci özellikleri sıralanıyor: Kart gönderim zarfları dönüşümlü kağıttan mamul; ekstreler e-posta olarak iletiliyor; en can alıcı özelliği ise, biriken puanların bir kısmı çevreci aktivitelere bağışlanıyor.

Aynı bankanın bir de esnek mi esnek bir kartı var.
O kadar esnek ki, müşteriler bu kartın üzerine kendi tercihlerine göre resim, desen, tasarım koydurabiliyorlar. Sanırım bu esnek karta başvuracağım ve üzerine popomun resmini basmalarını isteyeceğim.

Demek ki neymiş, bankalar sadece kar etmek amacıyla çalışmazlarmış; hayırlı eylemleri de oluyormuş.

Dünyada pazarlanmayacak şey var mı?

-------------------------

Fırsat ve güç verilse, şu andaki halin için kimlere teşekkür ederdin?
Kimleri öfkeyle suçlardın? Kimlerin hatalarını affederdin?
Durumundan ne kadar memnunsun?
Hayatına, her sabah yeni bir gülümsemeyle mi devam ediyorsun; yoksa, nefeslerinden usandın mı?
Hep gülümseyen yüzün, bana yine bir şarkıyı hatırlattı. Hangisi olduğunu boşver. Vaktin olsaydı, sen zaten mırıldanıyor olurdun.
En iyisi, sen gül ve canlı gözükmeye devam et.
Ben de ayaklarımı uzatıp, şarabımdan yudumlayarak Simpson'ları seyredeyim.

-------------------------

Doğadan da artık tercih etmediğim markalardan biri. Bu takıntılarımın temelindeki tepkiler (veya, bu tepkiselliğimin temelindeki takıntılar), akıldan ve mantıktan uzak. Yine de, seçimlerimi etkileyen bu hislerime bağlı kalmak istiyorum. Kişisel tercihlerimde, daha az kısıtlanmış hissetmek istiyorum sanırım.

Titreyin zayıflar!

Kendimi daha önce de burada şikayet etmiştim sanıyorum. Yine birilerine bir şarkı sözünden alıntılarla kükrerken buldum kendimi... Bu huyumdan vazgeçmeli miyim, bilmiyorum. Kullanmak için seçtiğim sözler yeterince etkiliyse ve mesajımın alıcısı yeterince olgunsa, kendime gülümsüyorum. Gülümsemem kısa sürüyor ve dürüstlükten, özgünlükten dem vuran, daha kibirli ve ideal peşindeki (ezik ve bezgin) benliğim aba altından sopa gösteriyor gülümseyen gözlerime... Alıcımın olgunluğunu kötüye kullanmaktan keskin bir u dönüşüyle çark edip, ayaklarımı pufa uzatıyorum. Alın size "Sandık İçi" !

----------------------------

VH1'da gördüğüm bir jenerikten bahsetmek istiyorum. Bir barda, sağda solda oturan herkes bir anda müzik (Listen To The Music) geğirmeye, kusmaya, öksürmeye başlıyor. Bar taburesinde oturan bir kız da müzik osurunca, eliyle arkasındaki havayı dağıtmaya çalışıyor. İşte, bütün jeneriğin en güzel anları! Kız çok tatlı çünkü...

İnsan vücudundan pis eylemlerle müzik çıkması da güzel fikir ayrıca.

Bir de bu şölene katılan fareler var.

----------------------------

İlkokul ve ortaokul günlerimizde bize öğretilmekten çok ezberletilen andımızı ve Atatürk'ün seslenişlerini, o zamanlar gösterdiğimiz kadar benimsememiş ve hatta önemsememişiz sanırım. İçimizden kimsenin vazifeye atıldığı yok.

----------------------------

Ebru Gündeş "Allah bana şehit anası olmayı nasip eder inşallah!" demiş. İnşallah Ebru'cuğum, inşallah!

----------------------------

Bir ürünün veya hizmetin bedelini toplamakta aracı kılınan kurumların, bedeli ödeyenlerden ayrıca bir ücret daha almasından nefret ediyorum. Hizmeti/ürünü asıl üreten/sunan kurumla anlaşan bu aracı kurumun yükünün, kullanıcı/tüketiciye bindirilmesi haksızlıktır. Ne yazık ki bunlardan dünyada çok var. Bu aracılara legal haracınızı vermeden konsere, sergiye gidemez, vize alamazsınız. Bu, gelişmiş uygarlığın bir düzenlemesidir.

----------------------------
























Ne zaman bir spor ayakkabı alsam, üretiminde çalışan uzakdoğulu çocukların haklarının havaya karışmasında ne kadar payım olduğunu merak ederim. Adı Yunan zafer tanrıçasıyla aynı olan markanın eski haberleri sayesinde, aklıma kazınmış bir kere...

Facebook'da "TEKTAŞ AĞAÇLARI" isimli bir grup var. Tam da Cape Town'dan döndükten sonraki günlerde dikkatimi çekti.

Yukarıdaki gibi çocukların sağlıklarına, mutluluklarına, hayatlarına malolan taşlarla, aşk dile getiriyoruz. Bağlılık nişanı olarak, masum insanların canlarını kullanıyoruz aslında...

Neredeyse bütün dayanıklı tüketim malları, tekstil ürünleri, kimyasallar, az gelişmiş ülkelerde üretiliyor. Bunları kullanan hepimiz, taleplerimiz nedeniyle, yüzlerini hiç görmeyeceğimiz insancıkların hayatlarından mı çalıyoruz?

DVD oynatıcımda film seyrederken, Hollandalı firmanın kimlerin hakkını yediğini ne kadar düşünüyorum ve bunu nasıl belirleyebilirim?

Hayvanlar vahşice katlediliyor diye kürk giymeyenler, hatta et yemeyenler var. Bu tepkilerinin haklılığı, algı ve yargı sahiplerine göre değişkendir.

Altın madenleri için yok edilen doğal bölgelerde de hayvanlar yok oluyor, insanların yaşam şekilleri berbat ediliyor. Aynı şekilde, değerli taşların elde edilmesi sırasında özgürlüklerinden, hayatlarından olan çok fazla insan ve insan yavrusu var. Vejetaryenliğiyle övünen bir insanın, tek taş bir yüzüğü arkadaşlarına gösterirken duyduğu heyecan, ironi oluşturmuyor mu?

Tıpkı saçını erkeklerden gizleyip, makyajlı yüzünü ve biçimli poposunu göstermeyi uygun bulan hanımların ironisi gibi...

Yukarıdaki resme tıklarsanız, Birleşmiş Milletler'in Afrika'yla ilgili (bana biraz da UN'i övüyor gibi gözüken) güncel bir raporunu (İngilizce) okuyabilirsiniz.

3 Şubat 2008 Pazar

Blood of heroes
























Yürümek çoğunuz için basit ve hatta can sıkan bir eylem.
Yürürken, çoğu zaman, kulağımda kulaklık ve kulaklıklarımda güzel müzik olduğu için, ben pek sıkılmadan bolca yürüyebiliyorum.
Ayrıca, ben her adımımda düşebileceğimi biliyorum.
Aslında, ayağımın tekrar yüzeye değmesine hakkımın olmayabileceğini hatırlamak, bana rahatlık sağlıyor. Basamak çıkarken bile değil. Düz yüzeyde, sağ ayağımı, sol ayağımın ilerisine değil arkasına getirerek yürümeye devam etmeye çalışırsam, hele ki bu yaş ve katılıkta, büyük ihtimalle canımı acıtırım. Kontrolümü iyice kaybedersem, ölebilirim bile.
Yürümek basit değil; hiç basit değil. Evde veya işyerinde, kendimi mümkün olduğunca oturduğum yerden kaldırmaya çalışmam, bu işin teknik sırlarına vakıf olmamdan değil elbet. "Zor şeyleri başarayım da kendime güvenim dağ gibi olsun!" derecesinde delirmedim henüz. Sadece, hareket ettikçe metabolizmamı yavaşlamaktan koruyabileceğimi düşünüyorum.

Ayağımı vücudumdan biraz öteye ve zeminden biraz yükseğe her kaldırışımda, bedenimi ilerletmek dışında çok şey düşünüyorum. Çok ender de olsa, ne yaptığımı inceleyerek yürüyorum. Sağ ayağımı kaldırıyorum ve bırakıyorum; sonra, sol ayağımı kaldırıyorum ve bırakıyorum. İkisinin arasında, vücudumu da, yerde bıraktığım ayağımla hafifçe öne doğru iterek ilerleme sağlıyorum. Bacaklarımı ne kadar fazla açıp ne kadar hızlı ileri atarsam, o kadar hızlı ve uzun ilerliyorum. Böylece yürüyorum.

Havadaki ayağımın yere değmesini beklemeden ve yürürkenkinden fazla bir güçle kendimi ileri itersem ve bacaklarımı daha fazla açarsam, daha hızlı ve daha büyük adımlarla ilerliyorum. Böylece koşuyorum.
Sanırım, koşarken yerçekimine daha kısa sürede daha fazla ve daha sıkça karşı gelmem gerektiği içindir; kaslarım daha fazla enerji harcıyor.

Bu enerjiyi sağlayan kırmızı sıvıyı daha sık ve yoğun sağlamak ve tazelemekle uğraşan organlarımın, çalışma seslerini duyunca sinirlenmediğim zamanlarımı özlüyorum.

Kahraman her neyse, ben tam tersiyim.

Koşmak omurgama da basınç uyguluyor. Çita mıyım, antilop muyum ben, koşayım?

Sakin sakin yürümek varken, niye koşayım. Acele etmek de gerekebilir, doğal olarak. Acil ihtiyaçları konu dışında tutmak istiyorum.

Henüz yere yeni değen ayağınızın yanından geçerek önüne gelen değil de, hemen arkasına gelip takılan ayak, dengenizi zor toplayacağınızın veya toplayamayacak şekilde kaybedeceğinizin işaretidir. 1 saniyeden kısa sürede, düşüp düşmeyeceğiniz belli olacaktır. O sırada düşmeyi planlarsanız, canınız daha az acıyabilir. Düşüşünüz, planlanmamış bir düşüşten daha az komik olabilir. Planlanmış bir düşüş, size düşerken çevrenizi gözleme fırsatı bile verebilir. Hiç ummadığınız yüz ifadeleri yakalamak için bulunmaz fırsattır düşmek.

Koşarken planlamak zordur düşmeyi. Koşarken kaslarınıza gayet güçlü pompalanan kanınız, vücudunuzu daha fazla miktarda ve daha hızlı ve etrafı daha fazla kirletecek şekilde terkedebilir.

Yürürken düşerseniz, etrafta vücudunuzu takabileceğiniz objeleri sezip, bertaraf etme şansınız daha yüksektir.

Çocuk düşe kalka büyür. (düşmemeyi öğrenir)

Her çıkışın bir inişi vardır. (kontrollü iniş iyidir)

Uçaklar havada kalmaz. (salimen inmek ve tekrar havalanabilmek için havalanırlar)