30 Eylül 2008 Salı

İlyas'la Bengü...

Sen kimsin?
Bildiğim kadarıyla, kabul ettiğim ve hoşuma gittiği ("Hoş" bendeyse, benimse, gelmesi gerekmez mi? Niye gidiyo? Neyse...) kadarıyla, en yakınımdaki insanlardan birisin.
Arkadaşımsın, yakın arkadaşım.
Tanıdığım, ahbabım, müdürüm veya elemanım değilsin. Sevgili arkadaşım, güvendiğim, aklına ve samimiyetine başvurduğum yakınımsın.
Resmi olarak belgelenmemiş akrabamsın aslında. Resmi akrabalarımın çoğundan daha değerlisin benim için.
Benim senin kafanda ve duygu dünyanda neyle tanımlandığım da, ne yazık ki, bu konuda yön değiştirici -belki de yol tıkayıcı- potansiyel etki sahibi.
Beraber ve genellikle paylaşımla geçen çok uzun zamanın genelinden, müşterek keyif almışız ki, arkadaşlığımızın değeri hakkında karşılıklı memnuniyet beyanlarında veya imalarında bulunduk, bulunmuşuz...
Doğal olarak, bu karşılıklı memnuniyetin temelinde, başka bir insanla kurulan sıkı ve sıcak bağın değerinin verdiği hazdan ziyade, söz konusu kişiyle geçirilen hoş zamanların zihinde ve kişilikte bıraktığı hafif rahatlama izleri de olabilir. Kabul görüp, sosyal varlığı destekleme kaygısı da giderilmiş olabilir. Olabilir. Mümkün...
Ben, bizim şartlarımızdaki pratik gerçekten değil, kendi algıladığımdan bahsediyorum. Altını çizdiğim şey, gerçekle çelişiyor olabilir yani... Olabilir.

Kendimi şanslı sayabileceğim kadar çok nicelikte ve iyi nitelikte yakın arkadaşlarım var. Aynı böbürlenme dozunu, akrabalarım için de ayarlayabilirim. Ailemi de gayet değerli görürüm.
Ailemde ve arkadaş gruplarımda, yukarıda izah etmeyi başaramadığım türden yakınlıklar nedeniyle, herkes bir diğerinin mutluluğunu ister. Herkes bir veya birkaç diğerinin mutluluğu için elinden geleni -zaman zaman- yapar. Elden gelen olmadığında veya sınırların aşılmaması gerektiğinde, iç rahatlığıyla söyleyebilirim ki, kimse bir diğerinin mutsuzluğuna direkt neden olacağını bildiği bir hareketi yapmaz...
Bu mutsuzluk etkisinden haberdar olduğu sürece tabii ki!

Şimdi şu haberi vermek istiyorum (Biraz uzun bir haber, kusura bakma):

Benim veya İlyas'ın veya Bengü'nün beraber olduğu kişi, insandır; araba veya cep telefonu değildir! O kişi, bir veya daha fazla özelliğiyle mutluluk veriyorsa, mutsuzluğa şimdi veya gelecekte neden olan veya olabilecek daha fazla özelliği göz ardı ediliyor olabilir. Bana, İlyas'a veya Bengü'ye daha aşağıda veya yukarıdaki eğitim/kültür seviyesi nedeniyle uyum sağlayamadığı gibi; senle ve/veya sizleyken de uyum sorunu yaşıyor olabilir. Bu uyumsuzluğa rağmen, o sevgili veya eş öyle çok seviyor ve/veya seviliyor olabilir ki, yakın arkadaş olarak sana düşen şey sakin olmak, bir kriz susmak ve mutluluğum(uz)la mutlu olmaktır.
Gerçekten aptala dönmüş ve gelecekteki iflası göremiyorsa; İlyas'a senin gördüklerini ve çıkarımlarını, saldırmadan, karşında aptal bir küçük çocuk varmışcasına izah ederek; kendini tatmin etmek gibi ilkel nedenlerle değil, arkadaşını sevdiğin ve mutsuz olmasını istemediğin için anlatmaya çalışırsın. Yakın arkadaşının veya akrabanın geceleri sarılarak uyumaktan mutlu olduğu kişi için, onlar henüz mutlu bir beraberlik içindeyken, seviyesiz sıfatlar kullanmak seni arkadaşına veya akrabana daha da yaklaştırmaz. Gelecekteki mutsuzluğu, senin beğenmediğin partnerin "kovulması" önlemez. Gelecekteki mutsuzluk için, senin yardıma, desteğe hazır olacağın bilinirse, sakin sakin anlatacağın tehlikenin ciddiye alınma ihtimali daha fazladır. Bengü'nün stratosferdeki eğitim seviyesi ve kocasının bir türlü dönmeyen dili hakkında hemen hemen herkesin fikri aynı olacaktır. Bengü'nün mutluluğunu, kocasıyla beraberken oluşturduğu resmin estetiğinden daha önemli bulan yakınları, "O adamı Bengü'ye hiç yakıştıramıyorum!" demez ve eğer rahat edebiliyorlarsa, beraber vakit geçirmekten de mutlu olurlar. Gerçek yakın arkadaşlar bu rahatlığı Bengü'yle yaşarlar, kocasıyla değil.

Bunların aklıma, ordan da parmaklarıma nerden geldiğini merak eden olursa, cevabını bulunca bana da söylesin.

Bunlardan gocunan olursa, bana ne kadar yakın olduğunu tekrar düşündükten sonra, bilsin ki birini veya birilerini kesinlikle hedef almadım.

Yukarıdaki eleştiriyi herkese, her arkadaş grubuna, her aileye, her kültüre yapabilecek kadar yetkin ve doğru biri değilim. Bunlar, yıllar içinde defalarca yaşadığım ve tanık olduklarımdan sonra, az önce aklıma gelenler.

Her ilişkinin (arkadaş, aile veya sevgili/eş ilişkisi...) dinamikleri, gerekleri, kuralları kendine özgüdür. Ancak, samimi ilişkilerde, tarafların her birinin, diğerinin mutluluğunun değerini düşünerek hareket etmesi gerektiğini söylüyorum.

Ben, çok kere yukarıda söylediğimi değil, tersini yaptım.

----------------------------------------------------

05.10.2008'de eklenen:

Aşağıdaki bağlantıdan ulaşılabilen yoruma dikkat çekesim var.
Merakım da var ama gideresim yok...
Sevgiler, saygılar ve saygılar!

29 Eylül 2008 Pazartesi

bırak oraya, sahibi alır...



Güneşin ışığına ve dostların seslerine doyamadan geçen saatlerden oluşan günlerimi haftalayıp aylamak ve dahi yıllamak, on yıllamak gelmiyor içimden.
Tatillerim demlenmiyor, sallama çay samimiyetinde...
Geceleri yaşadığım özgürlüğüm, yaşadığım şehir çirkinleşince, midemin isyanına karışıp elimden kaydı.
Saat takmayı bırakalı ne kadar oldu, hatırlamıyorum.
Takvimlere, sadece işteyken, içinde olduğum veya gelecekteki bir günün adını anlamak için bakıyorum.
Yavru fil büyüdü; kimsenin sempatisini kabul etmiyor, herkese kızgın; oturma odamdan çıkmaya çalıştığı anda -ki bu yakındır- evi hepimizin kafasına indirecek!
Sadece balık eti seviyorum artık; somon dilimlerini yemeden önce öpmek veya lüfere hikayeler anlatmak gibi defolar geliştirebilirim.
Görüntümle yakından ilgilendiğimi sanırdım; saçımda beyaz olmadığını, bugün birisi başkası için tersini söyleyince anladım.
Küçükken hastalanıp ateşim çıktığında, parmaklarımı balon gibi hissederdim, algım ya yavaşlardı ya da hızlanırdı; hipotalamusuma o kadar iş bırakmıyorum artık.
Innuendo'nun piyasada olacağı gün, Bakırköy'deki Kardeşler Plak'ın açılmasını nasıl da kapılarında beklemiştim. Death Magnetic için böyle bir açlık duymadım.

Zamanla değişen yaşam şeklim ve kendimi algılayışımın, depresyon emareleri göstereceğini tahmin etmemiştim. İzmir'e mi yerleşmeli? Motor mu almalı? Doktora mı gitmeli?

24 Eylül 2008 Çarşamba

bir kilo balçıkla sıva



Hakan'ın eski sözlerine istemsiz bir gönderi yapıp, kendi kendime "Fiillerimin, onları tasarlarken öngördüklerime bire bir uygun sonuçlar vermeye başlayacağı günü hızla bekliyorum." dedim. İyi etmedim. Değişken etken ve eften püftenleri bir türlü bertaraf edemediğim gibi, her tarafımda etten kemikten kara delikler açılıp açılıp kapanıyor.
Bazen bir kilo demir olup, ahtapot yuvasının ağzını tıkıyorum; bazen bir kilo pamuk olup, on kilo metre (bilerek ayrı yazdım, "10 kilogram gelen şerit metre" anlamında) yukarıdan yere savruluyorum. Denizin dibinden yüzeye çıkma ümidimi yitirince, havadayken sağ salim yere konabilme ve bir işe yarayabilme ümidi giriyor içime. Ne olursam olayım, içime bir şey girmesinden pek hoşnut olacağımı sanmıyorum. Hele ki bu "şey" saydam, soğuk, yapışkan ve sırça ümitse, gayet rahatsız edicidir. Yeni buzluktan çıkmış ve hemen ıslanmış, incecik akide şekeri gibi... Kullanışsız!
Bunların yerine; bir kilo demirken, sıradan insanları caddelere hapseden "çok önemli insan"ların arabalarının üstüne düşsem; veya, bir kilo pamukken Adriana Lima'nın oturacağı sandalyeye serilsem ya!

Şu tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kültürünü, ahlakını, gelişimini, akıl sağlığını korumak ve toplum huzuruna olumlu katkıda bulunmak görevleri olan kurumlar tarafından cezaya çarptırılan, kapatılan, sansürlenen, uyarılan yayın organları var ya... Onlardan biri de Geocities. Adında zaten bir çeşit anlam kargaşası barındıran bu internet ağı firmasının kullanıcılarından biri de bendim. Yeni yeni düzelmeye başlayan ahlakımın uzun zamandır bozuk olmasının nedenlerinden biri de Geocities'miş; kendisi ANKARA 9.SULH CEZA MAHKEMESİ, 04/02/2008 tarih ve 2008/140 nolu kararı gereği, TELEKOMÜNİKASYON İLETİŞİM BAŞKANLIĞI'nca Türkiye'de kurulu sunucu ve ağlar yoluyla erişilemez kılınınca anladım. Aileme, milletime, vatanıma daha yararlı ve daha mutlu bir insanım artık!
Yalnız, insan geçmişini silemiyor tabii ki. Geocities kullanıcısıyken, adresi http://www.geocities.com/bckmz/index.html olan bir siteye, bazıları bana ait olan, bazıları da çeşitli başka yer ve insanlardan gelen yazılar, resimler yükleyerek vakit geçiriyordum. Sonunda bu siteye erişim engellendi de, zamanımı böyle zararlı aktivitelerle ziyan etmiyorum.
http://www.vtunnel.com/ vasıtasıyla, mahkeme kararı işlerliğini yitiriyor ama hukuka saygısı olan herkesin uzak durması gereken bir aldatmaca bu...

Kara deliklerden sıyrılırken, tıpkı Elif Erkaya gibi, güneşi arıyorum.

Güle güle (yazdım bunları ben!)

21 Eylül 2008 Pazar

Kimse kimseyi kurtarmaz!

Ohasis'in 10 şarkısını arka arkaya verdi az önce VH1.
Sonuncu, yani 1 numaraları olarak yayınlanan Wonderwall, bana, "Kim ulan o seni kurtaracak, koruyacak olan?!" dedirtti. Annesine mi yazmış acaba Noel Gallagher? Anneden başka kimse kurtarmaz insanı çünkü...
Şarkının adına tıkırdatıp, İngilizce hikayeye ulaşabilirsin. Adam şarkıyı yazmış ama anlamını, nedenini açıkça anlatabilme hakkını koruyamamış. Sevgilisi kapıvermiş payeyi! Güldüm ve umursamazlaştım.

Asıl amacım, akşam akşam (pazar akşamı hem de) dimağımın köşesine takılan Oasis kıymığını yazarak çıkarmak değildi.
Asıl amacım, buraya yazdıklarıma dair bırakılan notlardan önce ve sonra hissettiklerimi anlatmaktı.

Uzun zamandır, kendimi içinden çıkarmaya çalıştığım bir mutluluk ve doyum zaafım var. Çeşitli muhtemel nedenlerle, başarısız hissediyorum. Hayata, doğamın gerektirdiği kadar yeterli bir adam değilim.
İçindekileri, tümör söker gibi kapı dışarı ettiğim kafamın 5 tane hafifleme yöntemi var:
1- Arkadaşlarımla yaptığım eğlenceli muhabbetler
2- Uyku
3- Alkol
4- Yazı
5- Müzik

İçlerinde en etkili ve tatminsizce kullandığım müziktir. Kullanırken, sonucunu en az düşünmem gereken de müziktir. Beni, az önce kafamdan savdığım insanlardan, çelişkilerden, sorumluluklardan en hızlı, güvenli, zevkli ve kontrollü uzaklaştıran da müziktir. Müzik, çocukluğumdan beri, hayatımın en çok anlam yüklenen ve anlam yükleten parçası oldu. Çoğu insan için, bu "anlam yükleme ve müzik" ilişkisi yoktur. Böyle bir ilişki olmadan da insanlar gayet sağlıklı yaşayabilirler. Benim gibi yetersiz bir adam içinse, sözcüklerin ve sözcük ilişkilerinin anlamı gibi, müziğin de anlamı biraz fazla önemli.
Defalarca belirttiğim şekliyle "kanatlı kurtarıcım" ın , kontrolü bende, sadakati kesin, talepleri yok ve fazlası zararsız. Yakın arkadaşlarımdan, bunu farketmemiş olanları, farkedip de önemsememiş olanları, beni önyargılı veya dar görüşlü olmakla itham ettiklerinde, fazla dert etmemeye çalıştım. Onlar benim dünyama, "acur" diyorlar gibi... Issız değil bu acun!

Adını veya kim olduğunu tahmin edebilmeme yarayacak bir ipucunu bırakmadan, arkadaşı tarafından buraya yönlendirildiğini yazan biri, uzunca bir süre okumak durumunda kaldığını ekleyip, gerçek olup olmadığımı sormuş. Eğer okurken rahatsızlık duymadıysa, veya zorunluluktan (nasıl bir zorunluluksa artık) okumadıysa, gözleriyle gururumu okşamış demektir. Aslında, metro istasyonlarındaki haritalar veya yön çizelgeleri kadar fonksiyonel olmadığını düşünürsek, bu yazılanların benim gururumdan yalıtılmış olması gerekmez mi? Egom o kadar da noksan değil galiba...
Bu arada, gerçeğim lan!

Ece ise hepsini okuyup bitirdiğini, derhal yenisini yazmam gerektiğini söylemiş. Üzgünüm, kuyu kuruyor...

Güzel günler dilerim.