22 Nisan 2008 Salı

jet bezi


Rakı, su, yağlı yoğurt, hıyar, zeytinyağı, kekik, fesleğen, pul biber, beyaz peynir, tahin helvası, ekmek, ton balığı, Incubus, şort, don, terlik

Daha sonra, Battle Of Evermore'a ve Stairway To Heaven'a tahammülsüzlük

Suicidegirls için bana poz verecek dövmeli hatun var mı?

Yaklaşan doğumgünümden korkuyorum!

Havalar da ısındı...
Terliyorum...

18 Nisan 2008 Cuma

penguen

Yakın arkadaşlarım, sıkça, benim Penguen ve Uykusuz kaynaklı mizah raporlarıma maruz kalırlar. Her hafta bu iki dergiyi almaya çalışırım. Genellikle, aldığım gün ikisini de birer seferde tamamen okurum. Hatta bazen, künye, sayfa başlıkları ve ilanlar gibi bölümlerin de detaylarına bakarım. Oralarda da, ince ve kendinden ödüllü ("burada bunu okuyan okuru tebrik ederiz" gibi...) esprilerin saklanıyor olabileceğini bilirim.
Yaşadığım zaman ve dünya ile, eski sevgilisinden nükteyle ama nahoş anıların baskısıyla bahseden adam havasında, dalga geçebilen; kafalarının içindeki cevherlere ve ellerindeki hünerlere hayran ve muhtaç olduğum bu bir avuç adamın değerini bilenler artsın istiyorum. Sabah Sabah Asap Bozan'ları, Zırtlar Vadisi'ni, Var mısın Mok musun'ları, Bindir Gece'leri takip edenler kadar, şu düzgün ve akıl ürünü rafine mizahı da takip edenler olsun istiyorum. Karikatürlerini de değil. Uzun yazı (kitap, araştırma, gerçek gazete) okuyamayan insansıların, bu dergilerdeki kısa yazıları okuyup, gerçek insan hayatının tadına bakabilmelerini istiyorum. Çelişik ifadeleriyle, acıyı mizah makyajıyla sunanlar var aralarında. Akıllarının en keskin virajlarından sağ salim kurtulabilen cümlelerini, okuyucularıyla paylaşan bu insanların emekleri için haftada sadece 3 lira veriyorum ama herhangi bir derbi maçtan alabileceğim zevkin kaç kat fazlasını aldığımı ölçemiyorum. 10 ile 10 bin arası bir sayı olabilir...

Kendilerinden izin almadan aktardığım için sorun olacağını sanmıyorum: Seyit Ali Aral rümuzuyla yazılan "İçli Köfte" köşesinde bu hafta, benim eski bir hayalimdan bahsedilmiş mesela. Dünyanın tüm sanat eserlerine duyduğum açlıkla ilgili olan hani... Farklı bir önerme kullanılmış ama eminim benimkiyle aynı dürtüyle filizlenmiştir. Bilme, tatma isteği...

"İçli Köfte" köşesinde yer alan, servis araçları ve belediye otobüslerindeki mutsuz insan yüzleriyle ilgili düşüncenin ve ilk sayfadaki "muşmula" köşesinde gördüğüm mevsimlik tarla işçilerinin trafik kazalarında ölmesiyle ilgili haberin desteğiyle aklıma gelenler:
Çölde trafik kazasında ölen ve Jim Morrison'u hayatı boyunca etkileyen kızılderililer ve yeryüzünden gerçek anlamıyla hala silinmemiş olan "Kölelik sistemi"oldu. Detaylandırsam okur musun?
Tamam o zaman, sağol.

Aslında Memo Tembelçizer'in "İddia ediyorum"u gibi olacak ama... Neyse... Zamanında iddia edenler, kallavi yapıtlarıyla ve benimkinden kilometrelerce daha derin fikirleri, araştırma, gözlem ve dayanaklarıyla iddia etmişlerdir zaten ya...

Servis araçlarında veya diğer toplu taşıma araçlarında istiflenerek işleri ve evleri arasında mekik dokuyan; adına enerjisini, yaratıcılığını, zamanını, mutluluğunu (hepsi birden emek oluyor galiba...) feda edip; karşılığında bu mekiği dokumaya devam etmesine yetecek kadar kazanan hepimiz, köle değil miyiz?

İddia edemedim işte.
Pardon, nankörlük de etmemeliyim...
Böyle olmasaydı, evim, arabam, televizyonum, neyim varsa, hiç biri bana ait olamazdı. Kendi mülküme ve hür irademe sahibim.
Hayatım ve günümün saatleri bana ait olmayabilir ama, en azından, seçimlerde aralarından seçim yapıp, değerli oyumu verebileceğim, bir sürü değerli insandan oluşan ve mevcut hemen her dünya görüşünü özgürce yansıtabilen bir sürü parti, beni benim adıma yönetmeye talip. Seçme özgürlüğüm var.
Köleler alınıp satılır. Kimse beni ve benim fikirlerimi satın alamaz. Pazarlık yaparım ama bu sadece özgür iradem sayesinde dalga geçme isteğim ve cesaretimden kaynaklanır. Zaten polis çağırırım hemen, onlar beni kurtarır.
(köleler, nankörlükle suçlanır mıydı ki?)
Köleler "mal"dır. Yazık. Bana kimse mal diyemez.
Ben, emeğimi en iyi fiyatı verene sunuyorum. Alıcıyı (işveren de diyorlar) seçmek tümüyle benim elimde. İstersem o firmada, istersem bu firmada çalışırım. Köle değilim ben.
Kral olduğumu sandığım anlardan birindeyim şu anda...
Az durup, çıkıcam.
Azdırıp çıkıcam.
Azdın mı?
Çok ayıp...
Otur yerine.
Bak, arıyorum polisi...
Beni karikatüristler böyle yaptı!
Onları da şikayet etmek lazım aslında...

Çölde devrilen kamyonda ölen kızılderililerin ruhları, Jim Morrison yolun o noktasından geçerken hala havada dolaşıyordur. Bazıları, küçük Jim'in yumurta kabuğu gibi narin dimağını doldururlar (kendi tasviridir). Şarkı sözü olarak da kullandığı bazı şiirlerinde, bu etkiyi yoğunca kullanmıştır rahmetli James.
Benzer bir darbeyi 2 gece önce yaşayan bir arkadaşım var.
Yeşilköy'de yediğimiz bir iş yemeğinden (hangi köle, sahibiyle içkili yemek yiyebilir ki?) dönerken Ataköy Konakları'nın (boklu derenin dibinde bok gibi dip dibebok gibi pahalı binalar... orda yaşayan varsa pardon...) önünde bir trafik kazası gördük. Kaç araba hasar görmüştü anlamadık ama bir arabanın takla atmış olduğundan, ciddi yaralanmış en az bir kişi olduğundan benim şüphem olmadı. Ortamdaki acil yardım ekiplerinin çokluğundan ve düzeltilen arabanın görüntüsünden hayli etkilendik. Sarsıldık.

Bu sabah annemim telefonuyla uyandım. Hayır, annemin cep telefonuna sarılarak uyumamıştım. Annemin beni araması sonucu çalan kendi cep telefonumun sesiyle uyandım demek istedim. Evet.
Yaklaşık bir haftadır ağır durumda olan teyzemiz (annemin öz teyzesi) vefat etmişti. Cenazesi Ataköy 5. Kısım Camii'nden kalkacaktı.
Kendimi çok yalnız hissettiğim dedemin cenazesinden beri, o caminin önünden geçmemeye çalışırken, bugün tekrar avlusuna girmem gerektiğini anladım.
Melahat Teyze'nin evlatlarının ve 63 senedir bir tek günü bile ayrı geçirmediği kocası Kerim Amca'nın ne hissettiklerini merak ettim.
Vakti yaklaşınca camideydim.
Bir cenaze daha vardı. Melahat Teyze'nin oğullarından Mesut Abi'nin eski arkadaşı bir Bakırköy esnafıymış.
Yani o camiden bugün kalkan iki cenaze de Mesut Abi'nin -derece farklarıyla tabii ki- yakınıydı.
Benim açımdan ilginç ve kafa yorucu ve üzüntü çoğaltıcı olan yanı ise, diğer merhumun, iki gece önce gördüğüm kazada kaybedilmiş bir insan olmasıydı.
Kafam karıştı.

Etki alanımız dışında olduğundan hiç şüphe duymadığımız tek şey ölümken, kendisini ilgi alanımızdan çıkarmakta neden bu kadar zorlanıyoruz?
Hayatımızın nesidir ölüm? Komşusu? Tersi? Sonu? Başı? Rengi? Kabı? Işığı? Sınırı?
Nesidir?

17 Nisan 2008 Perşembe

gerçek iş

Nasılsın?
İş buldum sana...
Fransa'da 13. yüzyıl teknikleriyle, 13. yüzyıl şatosu inşa ediliyor. 1997'de başlamışlar. 25 senede bitirmeyi amaçlıyorlar.













http://www.guedelon.fr/

Bence bir bak.
O zamanın teknikleriyle yapılmış yemekleri yiyerek yaşamak; o zamanın teknik ve aletlerini kullanarak Avrupa'da bir şatonun inşasına katkıda bulunmak çok heyecan verici bir fikir.
Ya da boşver sen. Evinde TV karşısında oturup, sentetik şeyleri yemeye devam et. Olmayan sorunlarla boğuşurken, "air-conditioning" havası soluyarak güç toplarsın.
Ben gitmeye çalışayım.
Gidersem, oralardan güvercinle mektup gönderirim sana...

13 Nisan 2008 Pazar

Pinotage

Ağzımı ağzına yaklaştırdığımda aldığım kokuyla keyifleniyorum. Hele ki dilim içindeki kırmızıyla boyanmasın; saniyelere kalmıyor, gülümsüyorum. Şarap dolu kadehim, seni seviyorum!

-------------------------------------

Bir tek ilişki bilmiyorum ki, eşlerden biri uzunca bir süre için fiziksel olarak uzaklaştığında, hatun, ilişkiyi yok etmemiş olsun... Kimi insanca, kimi kahpece yapıyor bunu. Aldatıp yakalanan da oluyor, "sevgilim ben başkasını buldum" diye mesaj atan da; telefonlara çıkmayarak "halleden"i de gördüm, mektup yazıp materyalist yaklaşanı da... Erkekler duygusuz ya, ondan hakediyorlar bu ilkellikleri. Beni bu önyargılara sürükleyen tüm hatunlara, GGG videolarında parlak kariyerler diliyorum. Değerinizi arkadaşlarım bilememiştir herhalde, onlar bilsin inşallah.

-------------------------------------

Ölüme çok yakın bir insanın en yakınında olmaktan korkmakta haklı mıyım?
Açık denizde, dev bir dalganın dibine kadar gidip, altından geçmesine izin verip, kıyıda yarattığı yıkımı çok sonra görmek ve evsiz, ailesiz kaldığını çok sonra idrak etmek mi iyidir; yoksa o dev dalgayı kıyıda karşılamak mı? Dağın tepesine yerleşsem, depremlerle başedebilir miyim?

-------------------------------------

PHTFQ ve PHTCB modellerimle gurur duyuyorum.

8 Nisan 2008 Salı

nöronlararası seyahat

Her hafta Çarşamba günleri, bir Penguen bir de Uykusuz alıp, ruhuma tahin pekmez sürüyorum.
Geçen hafta okuduğum "Aynı evde yaşayan 2 devlet memurunun maceraları" köşesinde kullanılan "enivicivokke" yi dilime pelesenk ettim ve "pelesenkle mutlu olmanın yolları" başlıklı kitap yazmak istiyorum.

Az önce uyandım. Gece çalışmıştım yine.
Sanırım son 12 yıldır, sadece MNG'de çalıştığım 8 ay boyunca geceleri düzenli uyudum. Evet. Eminim.
MNG'ye ilk girdiğimde, askerlik sonrası ilk işim olduğu içindi sanırım, afallamıştım. Daha önceki işlerimden ve işyerlerimden çok farklı bir yapılanması vardı. Daha rahattı. O kadar rahattı ki, internetten indirdiğimiz bazı oyunları oynamaya zaman bile kalıyordu.
(Dallarda seke seke Jane seven Tarzan oyunu...)

Uyanmadan önce rüya ile düşünce arası bir hayaldeydim. Evimde küçük bir çocuk dolaşıyordu. Bana benziyordu. DVD'lerimin durduğu dolaba baktı. Eski manyetik kasetlerimin durduğu saçma rafa gözlerini dikti sonra. Annesinin nerede olduğunu soracak diye korktum. Kolay rüyalar görmez miyim ben yahu?

4 Nisan 2008 Cuma

Heineken

Hain iken keyif veren altın sarısı barut, alçak topraklardan...
Şimdi, konu şu:
Senle paylaşarak zevk alabileceğimi düşündüğüm bir konu bulamıyorum artık.
Sunarak veya hakkında soru işaretli gözlerle yüzüne bakarak tatmin olabileceğim şeyler tükendi sanırım.
Bu yazı son kurşunum olabilir.
Yine de iyi hissediyorum.
Sanırım, bu klavyenin tuşlarına dokunmak, sana dokunmaktan daha zevkli hale geldi.
Üzülmemek elde ve mümkün değil. Eldeyse mümkün müdür zaten?
Sarhoşken birini öpmek gibi hissetiriyor bunları yazmak.
Ayık bünyenin tepkisini, iki taraf için de getireceklerini ve götüreceklerini, saniyeler sonrasının hazzını veya elemini bilememek önemsizdir ya... Öyle rahat bir seyahat, şu anda parmaklarımınki...
Severek sırtında dolaşıyorlar sanki...
Hissetmedin hiç.
Merakından hemen kurtul, senle ilgili değil ki!

İlk nefesimizde savrulmuştun zaten.
Ben özgürlüğümün tadını çıkarıp, şımarıyorum.