22 Haziran 2007 Cuma

reklamların estirdikleri

- Uçakta telefon açmak veya ekmek kızartma makinasında sıkışan ekmeği metal çatalla kurtarmak istersem, OK marka prezervatif kullanacağım. Hatta, belki, aynı desteği, E5'te karşıdan karşıya geçmek veya Yeşilköy'de denize girmek için de kullanabilirim. Durex nerelerde işe yarıyor acaba?

- Önce, eve Beko ankastre ürünleri uygulatacağım. Sonra, gayet ortalama bir kızı eve getirip, bu Beko ürünlerini kullanırken, saniye saniye güzelleşmesini seyredeceğim. İsterse kalır.

- Kalırsa, evdeki Beko ankastre cihazları, Siemens ankastre cihazlarla değiştirtip; her yemeği ayrı kıyafet veya önlükle, oyun oynar gibi yapmasını sağlayacağım. Böylece sıkılmayacak.

- Yeni Ford Mondeo'lar yollarda çoğalmadan, satacak balon ayarlamalıyım. Herkes kapış kapış alacak çünkü...

19 Haziran 2007 Salı

Acayip bir kadın

Dün geceki uykuma başlamadan önce, Deep Purple videosu edinmeye başladım. Amacım, özellikle ikinci kadro (Mark 2) videosu bulmaktı. Buldum. 1972 tarihli bir konser kaydının yarısı, gece 00:00'da uyandığımda, önizleme için hazırdı. Balkabağına veya başka bir sebzeye dönüşmemesini umarak (E-mule ile arayıp bulduğum bazı "nadide" müzik kayıtlarının, dikkat ve tepki çekmemesi için, dosya adı değiştirilerek saklanmış pornografik kayıt olduğunu, çoğu zaman üzülerek tecrübe ettim. Her pornografik emeğe karşı değilim.) "preview" seçeneğine dokundum.

Kalite gayet tatmin ediciydi. Görüntünün siyah-beyaz olması, ayrıca heyecanlandırdı. Sabah 08:30'da eve geri döndüğümde, video hazırdı. Yatağa uzandım ve seyretmeye ve dinlemeye başladım.

İkinci dakikadan sonra ses ve görüntü senkronizasyonunda çok da rahatsız etmeyen bir kayma başladı ama, dosya kendini daha sonra topladı.

Ian Gillan, "Strange Kind Of Woman"a başlamalarından önce, şarkının hikayesini anlattı ve ben çok şaşırdım. Şarkıda anlatılan hikaye gerçekmiş!

Aklımda, bir fahişeyi sevebilen bir adamın yaşayacağı trajedinin nerelere varabileceğine dair merak ve Amsterdam anılarıyla bezenmiş bir kısa hikaye yazma fikriyle uyumaya çalıştım. Evimin karşısındaki inşaatın bir türlü alışamadığım gürültüsü yüzünden, rüyalara ulaşmam uzun sürdü.
14:30 civarı uyandığımda, içimde Fireball dinleme ve bisiklete binme isteği vardı.
Fireball isteğimi dışarı çıkarıp, makinaya CD soktum. Özellikle aşağıdaki sözleri mırıldanmaya başladığımda, keyfim evin tavanını sıyırıyordu!

Havanın bunaltıcılığı nedeniyle, pedal isteğimi içimde bir süre daha tutmaya karar verdim.

Bir küçük Ataköy turu iyi gelecek akşama, akşamıma...





Deep Purple - Anyone's Daughter

Well I stood under your bedroom window
Throwing up a brick
No one came I threw one more
That really did the trick
Your daddy came and banged my head
He said what kind of man
Is this that's hanging 'round my girl
And threw me in the car
You're a farmer's daughter
You're a farmer's daughter
Why do I always get
The kinda girl I didn't oughta get
I won't get no more eggs and water
Now I've laid the farmer's daughter


Imagine I was a full-grown man
And I could talk just right
Could I come and see you here
And do this every night
Wham! The door comes crashing down
Your daddy's face all pale
Says come with me you hairy bum
I'll put you in my jail
You're a judge's daughter
You're a judge's daughter
Why do I always get
The kinda girl I didn't oughta get
Now I'm getting jail and torture
'Cause I made the judge's daughter
(yes I did, it was nice)


It seems they're screaming law and order
When I go with anyone's daughter
Woman I should like some peace
And daddy hold your tongue
I think you're gonna die of fright
When I tell you what I've done
I can hear your tales and lies
You say I'm dumb and scraggy
But man this dumb and scraggy is
Your daughter's baby's daddy
She's a lucky daughter
Such a lucky daughter
Why did I always get
The kinda girl I didn't wanna get
Now I've got what I always fought for
'Cause I've married a rich man's daughter
(what do you think of that?)



14 Haziran 2007 Perşembe

fuel

You're my final dream of independence.
You're so blue, yet so warm.
I can't keep my eyes from your shimmering vision.
Aware, that you'll be blinding and merciful when I'm in you.
I, in return promise to be as much gentle as I've never been before.
Doubtless, you've already coloured thousands of souls. Will you please save some scent for me too?
My nostrils will lead me through the maze of my skills.
My skills will lead me through the haze of my curiosity.
So let me control your throttle, we'll both enjoy our rides the most, when I keep it wide open.
You'll see, if you have eyes.
Your pressure sensors shall tell not to slow.
Do you dare?
I do...
I squeeze you.
You prevent my palms from sweating.
Good.
Go.

13 Haziran 2007 Çarşamba

12 Haziran 2007 Salı

sanıyorum

Bizim uygarlığımızda, ne kadar da kırılganız. Toplumlarımızı üzerlerine oturttukları asıl mekanizmaları görmeden de, dayanıklılık kazanamıyoruz. Hayatını veya hayatları kurtarmaya gerçekten çalışmayanlar için, bir hakaret, ölüm anı terörü hissettirebiliyor.
Dakikalar, hatta saniyeler sonrasının belirsizliğini nasıl da unutmuşuz.
Alacak kaç nefesi kaldığını merak eden insanlar, tek parça kalıp, bu meraklarını bertaraf edebilirken; biz nasıl da binlerce parçaya ayrılıp, çevremizdekilerin ayaklarına batabiliyoruz!
Kuzey kutbuna yakın yerleşimlerde veya Afganistan'ın dağlarında, insanlar depresyonlarıyla nasıl mücadele ediyorlar acaba?

Zaten, bütün bu zihinsel ürünler, sanatsal kaygılar, doğayla çelişen kültürel yapılar, beton binalar, bölge planlamaları ve internet, Yunan şehirlerinde başlayan uygarlığın sonuçları! Dile sadece yalamak için ihtiyacı olan insanoğluna etkileri de gayet mutsuz edici...

--------------------------------

Uyurken dedim ki:

I possess various craft of my own. I did not handcraft them. I wish I could. I envy people who become legends with their determination and achievements.
I am unable to write songs...
Still, I own countless songs.
I experience the liberty to be transported to various locations inside them, mostly when I wish to; seldomly when I feel I should. I can't imagine any other escape that can better free and warm my soul than those.
Most of these single seated craft of mine are dependent on technology, artistic developments, energy and time.
Sometimes I ask to be carried to undiscovered, uninhabited places in fancy primitive times.
I am a skilled passenger and the captain navigates well!

11 Haziran 2007 Pazartesi

sandıktan çıkanlar

Az önce eski bir harddiski karıştırıp, diplerinde bir yerlerde, "unused" klasörünü, onun da içinde aşağıdaki yazıları buldum.
Ne kadar affaladım anlatamam. Anlatmak isterim ama, başaramam.

Bakalım:

BAAL Giriş

02.03.2002 (18:10)

1988-1995 yılları arasında, hayatımın en güzel 7 sonbaharını, kışını ve ilkbaharını Beşiktaş'ın ve Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi'nin orasında burasında geçirdim. Doğal olarak, bu 7 yılın son 2-3 tanesi, en zevkli olanlarıydı. Çünkü, daha önceleri, büyüklerimizin yaptığını gördüğümüz ama yapmaya cesaret edemediğimiz şeyler, bizim için de savsaklanmayacak görevler halini bu son senelerde aldı. Hemen hemen her birimiz, kendi "başkaldırı" anlayışı, özgüveni ve kişisel ihtiyaçları ve dürtüleri tarafından, ayrı birer itaatsiz eğlence manyağına bu son senelerde dönüştük. Tabii ki hepimizi bekleyen ÖSS ve ÖYS (o zamanlar, aynı kaba etmeleri dışında bir ortaklıkları yoktu) çelmeleri, aramızdan bazı yıldızların, erkenden (daha lise 1'de), test kitaplarının arasına doğru kaymasına neden olmadı değil; ama kendini boşvermişliğin dalgalarına bırakanlarımız da vardı tabi. Şimdiki yaşayışıma bakıp hayret ediyorum: "Elimde şimdi daha çok şey olduğu halde, niye o zamanlarda olduğumdan daha az mutluyum?" diye... Burada, soruma cevap veren tüm "olgunlar" kendilerini daha bir özel hissetsin lütfen, alimler sizi! Neyse... Sultanlık yıllarım, tarafımdan bir daha yaşanamayacak oldukları için en özelleri ve o yıllarda edindiğim bazı anılar, hatırlanma frekansları en yüksek olanları.Mevcut sayısını yıldan yıla yükseltmek için uğraştığımız "Sarı Votka Günü" toplantılarımız var bir de... Okul yıllarımı "okul yıllarım" yapanlar sağolsun...
Sokak Kahvesi'nde kahvaltı ve sigara ve satranç. Öğle yemeği için okula gitmek. Çardak'ta king. Ortaköy'de şarap. Okul çatısında sigara ve votka. Karda veya yağmurda yürüyüş. Boş sınıflarda partiler. Gözlerim yaşardı... öf be öf!!

(güncel not: Hala, hayatımın en güzel zamanları olarak BAAL yıllarını anarım.
Eylemlerimizin, üretkenliğimizin ve dünyaya katkımızın benzerlikleri bağlamında olmasa da, şeklen bir Crazy Diamond'ımız var. Bilse, kendiyle gurur duyar... O'nu da sevgiyle anıyorum.)

---------------------------------------

hepimiz ayrıldık

01.06.2002 (17:13)

Önce Çınar, sonra ben ve şimdi, en son da Tolga, Hakan'a katıldık. Tekrar 4 yalnız erkeğiz. Haydi beraber Taksim'e gidip deli gibi içelim. Aslında ben, daha önce hiç yapmadığımız abuk eğlenceleri deneyelim istiyorum ama emin değilim. Hem diğer arkadaşlarımın isteyip istemediğini bilmiyorum, hem de ben böyle bir teklifi kendilerine sunsam ne cevap alacağım hakkında fikrim yok. İşin beter yanı, hangi fikri sunacağımı bile düşünmedim. Sanırım tek istediğim, eskiden arada sırada yaşadığımız ortak yalnızlıktan şimdi yıllar sonra tekrar şikayet(?) ederken bir yandan da neşe depolamak. Neşe mi? O kim? Bu bi işaret mi? Oha! Hadi kankalar... Uygun adım marş!

(güncel not: Hah haaaaa hhaaahhaa haaa!!)

--------------------------------------------

Bum-ear-angle

28.01.2004 (23:50)

Comfortably Numb ile icime dogru aglardim; eskiden deliklerim yoktu, sizmazdi disari. Simdi Whiskey In The Jar bile çalsam, annemin dizleri agriyor...
Kucukken, Bakirkoy'deki odamda oturup, kalemimle Alkmaar sokaklarina otobus resimleri cizer, resimlerdeki otobuslerin uzerine de siir reklami kondururdum. Siirler yoktu. Filmi olmayan fragmanlar gibi dusun...
Gencken yurudugum kaldirimlarin taslari yuvarlak, yumusak ve kaygandi. Hep duserdim. Hep cabuk kalkardim. Kafam ve gogus kafesim yara izi doludur. Somebody To Love antiseptik olduydu uzun sureyle. Bazen Megadeth, Ginseng etkisi yapardi; kosardim. Hizla dusunce daha da beter yaralanirdim. "Olsun" du... Kaldirimdan indirime gecmeyecektim.
(Tum sembolizasyona ve sinyalizasyona ara verile; Metallica'ya 1988, Megadeth'e 1989 yillarinda estirilen esinler ve urunleri, "...And Justice For All" ve "Rust In Peace" albuklerinden cok etkilendigim belirtile. Rahatlana...)
365'lik düzenle tespit edilen abonelik sistemlerinden en iletken olani, siyah ağaçtan imal yeşil taşlarla suslu asami (m3u) elime biraktiginda, agirligindan degil ama heyecandan yere vurdum dibini. O anda Gulf Stream'e kapildim ve urkekler iskelesinde cesaret filosu kurmanin anlamsiz olacagini dusundum. Urkekler iskelesi, korkaklar limanindaydi. Korkaklar limani, mayinli sehirdeydi. Hala oyle. Mayinli sehire, kaldirimlarla ilgilenmeye mi gitmistim? Ya da mutemadiyen kayip, dusup sakatlanmaktansa, esasli bi patlamaya sahit ve belki de sehit olmak isime daha mi cok gelirdi?
Kim bilir? Ben degil. Simdi de degil.
Mayinli sehirde, detektor olarak Black Sabbath ve RHCP - One Hot Minute kullandim. Genelde ice dogru calisan goz yasi torbalarim mesanemle birlesti. Kaldirimda yururken, walkmanimden, erkeklerin yazdigi, kadin sarkicilarin soyledigi sarkilari dinledikce kolay denge buldugumu farkettim. Sonra, asami yere dik degil de paralel tutup yon gostermesini rica ettim. Beni bu apartmana getirdi. Simdi hangi zili calacagimi bilmiyorum. O kadar sefil durumdayim ki, camlardan bana sepet uzatan abartman sakinleri, kapici olmadigimi anlayip korkarak iceri kaciyorlar. Biri gelip dogru zili gostersin lutfen. Yoksa "Otherwise"i mirildanarak caddenin karsisina gececegim. Karsidaki kebapcida karisik kebap ve 1000 porsiyon coban salata yemeyi ve cisimi yapmayi dusunebilirim. Apartmanin dis cephesi ve dogramalari akil birakirsa tabi...(Sembol manyagi ettim 3 odayi ve son 60 dakikayi, son 10 yil icin! Led Zeppelin'in Ten Years Gone'i aklima gelirken, tek duydugum Boomkat'in Wreckoning'i! Just to release some nerve-load... or you may choose to "Enjoy The Silence")

------------------------------------------

usand them

31.01.2004 (02:11)

Ne yaptığınızı bilirler. Ne düşündüğün hakkında dedikodu yaparak ilerlerler. Yerinde sayıyor olman ve belki de hatta saklanman onları gülümsetir. Sebeplerin şarkıya ve içkiye göre değişebileceği akıllarına gelmez. Önemsiz olduklarını bilseler toplanırlar mı? Ruhları hortum yaratmaz ki! Huzur içinde çürümeyi bilenler okusun şarkının sözlerini. Hortumun gözünde güvendesindir. Ağlamak istediğini ama kuyunun kuruduğunu bilmezler. Sadece kendini eğlendirdiğini bilseler, kendi sözlerinin anlamsız olduğunu anlasalar, bütün ışıkları söndürürler. Yine de ne yaptığınızı bilirler. Nedenini de bildiklerini zannederler ama sağlama yapma gereği hissetmezler. Tıpkı, sizin, yataktan kalkma gereği hissetmediğiniz gibi... Parmak uçlarınızı hissetmeleri, dudaklarınızı unutamamaları, soğuk nefesinizle ürpermeleri önemli değildir. Önemli olan, izin verdiğiniz yanılgıyı bilmemenizdir.

(güncel not: Fena Megadeth esinlenmesi olmuş)

--------------------------------------------

17 Aralık

02.02.2004 (01:09)

1993'ün Aralık ayında bir gün, Yavuz "sarı votka" diye bir şeyden bahsetti. "İçine limon parçaları ve çekilmemiş karabiber taneleri salınmış votka, buzdolabına uzunca bir süre benimsetilip, keyif kaygısız içilebiliyormuş" tu... "E, yapalım o zaman!" dedik. 17 aralık günü, fikir ebesi Yavuz, ürünü okula getirdi. Önce pinpon masasında, birer kapak attık, onayladık. Bu lezzet bir kaç kişiyle paylaşılmalıydı. Sonunda Beşiktaş'tan Eminönü'ye, ordan da Bakırköy'e geldiğimizde 4-5 kişiydik. Tekelden yaptığımız takviyelerle, sahildeki kayalıklara kurulup içmeye başladık. En sonunda sarı votkayı da bitirdiğimizde, biribirlerimizi decoderlarla anlayacak kadar ağız kaymasına ve dil sürçmesine uğruyorduk. Yaşadığım en eğlenceli sarhoşluklardan biriydi. Aslında hepimizin akıllarının V kayışları kopmak üzereydi ama çok da keyifliydik. Alkol cesaret verir ya, okulun en cazibeli hatunlarından birini arayıp aşklarımızı ilan etmek için postaneye kadar gittik, jeton aldık (o zamanki cep telefonları jetonla çalışıyordu). Jetonları yere düşürdük; jetonları almak için teker teker eğilip teker teker yerde kaldık; sonra hep beraber kalkıp, önce mevzu konusu hatunun eline değme şerefine ulaşmış bir arkadaştan hedef numarayı istedik. Yüzsüz değildik, aşıktık. Ama telefondaki arkadaşa göre aynı zamanda sarhoştuk da. "İyi, biz de okulda konuşuruz kendisiyle." diye avunup evlere dağıldık.Okula bir daha gittiğimizde, Bakırköy'deki kayaların basenlerimizi ne kadar rahat ettirdiği, sarı votkanın lezzetçi bir yayılma politikası geliştirmesi gerektiği, bu eğlencenin her yıl toplanarak tekrar edilmesinin iyi olacağı, o kızın aslında o kadar da güzel olmadığı konularında mutabık kaldık. Daha sonraki yıllarda yapılan toplantılarda eklenen bazı kararlar ve uygulamalar, 17 Aralık davranışlarını geliştirdi. İlk seremonideki şekliyle hazırlanmış bir şişe sarı votka, her ne kadar makbul olanı ise de, votkaya hazır limon suyu karıştırmak da kabul edildi. Kimi zamanlar, sert doğa koşullarına dayanamayan arkadaşlar tarafından, kutlama mekanının kapalı bir alana taşınması veya tarihin sıcak aylardan birinin 17'sine alınması fikirleri ortaya atıldı; ama olayın özüne uymayan bu öneriler reddedildi. Bayan arkadaşlarımızın bu toplantılara dahil edilmemesi kuralı, yine aktivitenin ruhunda derin yaralar açılmasını önlemek düşüncesiyle kabul gördü. 17 Aralık kutlamalarına hatunların katılması, arkadaşların çoğunluğu tarafından ne kadar sert tepkilerle karşılandıysa ve ben, bazı seneler ortama hatun dahil etmekle suçlandıysam da bu iddiaların asılsızlığını ve o bayanların sahile benim davetlerim olmadan geldiklerini beyan ederim. Bayanlar baymayın!.. Geçen sene (2003), 17 Aralık akşamı, Bakırköy sahilindeki kayalar ağlamış. Benim ve Serhat'ın yeşiller içinde tatil yapıyor olmamız nedeniyle, BAAL ruhunu eskiciye satmış olan arkadaşlarımız, aldıkları parayla evde çay içmişler. Bu sene de 17 Aralık tarihi gelecek! Bu sene de denizler soğuyacak. Marmara bu sene de pis olacak! Denize atem tutmayam ben sizi... Dalgaya katam ben sizi... Hainler!

(güncel not: Serhat ve ben, askerden döndüğümüzden beri, 17 Aralık tekrar canlandı! Sadece, bu sene Levent'in yokluğu içimizi burktu. Bakalım bu sene ne olacak. Tolga çocuğunu getirecek mi?)

----------------------------------------

Ufal(a)ma

15.02.2004 (21:38)

Büyük şeylerden vazgeçeli ne kadar oldu? Büyük umutlarım benden kaçalı yirmi mevsim oluyor. Büyük hayaller, hala, uzaktan el sallıyorlar; görüyorum. Avuçlarımı ısıtan kalıntıları hissedilirse, fazla uzaklaşmış olamazlar. Ne var ki, takibe gerek yok. Artık çakılın, incinin, patlamış mısırın, kan damlasının farkındayım. Gülümsemek ister misin? Şunu oku: Onlar da beni biliyorlar. İstiridyeyi ben açtım, mısırı ben ısıttım ve kanayan benim burnum ama suçu başkasının işlemiş olabileceği söyleniyor. Üstüme kalsa bile, yaşamadığım küçük sonbahara saysınlar.
Kazandığım ilk poker oyununda anladım. Kaybetmek ve kazanma ümidimin olmaması beni ertesi güne hazırlıyordu. O kadar dünü koyacak yerim kalmayınca, kağıt değiştirmemeye başladım. Bugünün ve yarının kağıtları da işaretliydi. Kazanılan ilk el, rahatça uyuşuk kalacağımı müjdelemedi.

-----------------------------------------------

Soft Parade

Dün gece, en sersem halimle yola çıkıp, müzik dinlemeye başladığımda, uyuya kalmak istemiyordum. Yatağım, düz bir otoyol değil, virajlı bir dağ yoluydu, Sakar Geçidi gibi; odam, 75. Yıl Selatin Tüneli. Varlığım, ufak bir kazaya dayanamazdı ki...
Uyandığımda, geçidin sonundaydım; tüneli ve bütün o virajları sağ salim geçmiştim. Gördüğüm rüyanın arkasından, ötesinden gelenlerin varlığı benim dayanıksız varlığımla beraber hissediliyordu. Hissettirerek ellerimi direksiyondan çektim. Hissederek ellerimi gözlerime götürdüm. Ovdum, kaşıdım, zorladım, acıttım gözlerimi. Sağ ayağımın tabanı hem fren hem de gaz pedalını itiyordu. Hislerim sağlamdı. Kuşku, virajlarda olabilirdi. Reflekslerimi hatırlamıyorum. Ne kuşku, ne de reflekslerim kendilerinden eminmiş, bana gözükmediler. Hislerime güvenince, çektim ellerimi gözlerimden. Öne, yola baktım. Beyaz çikolatadan asfalt, insan kanından şerit çizgileri gördüm.
Gösterge paneline baktım. Hararet göstergesi tam ortayı, devir sayacı yedi bini, hız göstergesi de yeni beni işaret ediyordu. Kurtarıcının direksiyonundaki ışık göz kırptı. Arkama yaslandım. Tekrar uyumuşum. Rüyamda, neyi kontrol etsem?

-----------------------------------------

Bir kaç tane daha var ama, onları göstermek istemiyorum...
Ne acayip oluyorum ben bazen...

10 Haziran 2007 Pazar

tesadüf (electric funeral)

Önce Cliff Burton'ı okudum... Hayatını, ölümünü, etkilerini...
Sonra, Youtube'da, anısına, öldüğü noktaya dikilen taşın açılış görüntülerini buldum.
Video yüklemeye başladığı anda; binlerce şarkı içinde, sadece "...And Justice For All" albümünden teşkil Metallica seçkisinden, Dyers Eve çalmaya başladı.
Çok şaşırdım. To Live Is To Die çalsaydı herhalde daha da şaşırırdım.

(Stephen King'in yazdığı dizinin o bölümünde Cliff Burton da var mıydı annem?)

Cream, yeniden!

Dün tanıştığım biri bana, yalnız yaşamanın zorluklarının ne hissettirdiğini sordu. Ben de, yalnız yaşamanın kolaylıklarının, zorluklarından daha çok şey hissettirdiğini söyledim. Yalnızca kendimden sorumlu olmaktan aldığım tad, yalınlığın kokusunu örtüyor.
Takısızlık güzel aslında. Her yere sığabiliyorum.
Mariko Mori'nin şu anda Groningermuseum'da sergilenen Wave UFO projesini görmek istediğimde, sadece kendi seyahatimi düşünüyor olmaktan memnunum.
Bu "yalnızlığın getirdiği rahatlık" kalkanını başka bir kalkanı korumak veya gizlemek için tutmuş değilim. Öyle bir kalkan yok elimde zaten. Hatta, asıl kontrolsüz kalkan nedeniyle, Funda'nın tavsiyesinin ne kadar yerinde olduğunu da biliyorum. Az önce de dediğim gibi, yalınlığın bir kokusu var... Çok da güzel değil. Doğru deodorantı ve tütsüyü bulmak önemli.

Nürnberg'den geldiğimde aldığım Southern Comfort az önce bitti.

Yarın gidiyor ama önemli değil; ben, şimdilik, dünyanın tepesinde oturuyorum.

8 Haziran 2007 Cuma

bu sefer kendimden fazlasına ihtiyacım var... Yok!

Dün gece biriyle (sanki) konuşurken, yapmak istediğim şeyleri sıralamam gerekti (no geek).
Bu akşam, dünyayı (sanki) yukardan detaylı gösteren yazılımı kullanarak, hayallerimden birine (sanki) yaklaşıp, (sanki) yakından baktım.
Sonra, kendime gerçekten söz verdim. Herkesin, "pahalı" olduğunu söylediği Sint Maarten'e gidip, yaşamak istediğim anları, hakikaten kısıntısız yaşayacağım!

Hayatımın ne kadar olduğunu bilmiyorum. Kendimden fazlasına, kendi kendime ve gerçekten sadece kendimle sahip olacağım!
Eğer Amsterdam'dan kalkan, bir B747 değilse, bekleyeceğim! B747 ile gideceğim Sint Maarten'e!
Sanki olmayacak!
Tıpkı Anthony Kiedis'in dediği gibi: Denediklerim, yükselmek için; bu sefer kendimden fazlası lazım; yoldan denize ve göğe adım atacağım! Başka bir harikanın altında heyecan yaşayacağım! Herşey, o anda, kar kadar beyaz olacak! Sarılmam gerekmiyor! Ölürken sarılmayacağım çünkü!

Paha nedir? En pahalısı benim hayatım değil mi?

Uzak! Uçak! Deniz!
Kuşkuya ne gerek?
Benden fazlasına ne gerek?

7 Haziran 2007 Perşembe

oku

Bugün, beyazlığın hayalinden kurtulmak için şunu okudum:

Thirty-eight dishonest tricks which are commonly used in argument, with the methods of overcoming them

Sonra "oohhh" dedim...

6 Haziran 2007 Çarşamba

signal them with my lighter

Cuma günlerini sevmeye, ben de herkes gibi, ilkokuldayken başladım. Ancak, benimki, hafta sonu rahatlığına kavuşmak heyecanına eklenmiş Gırgır heyecanıydı. Daha sonra dergi değişti, Avni oldu. Oğuz Aral nur içinde yatsın. Yıllar sonra, "Aksi İhtiyar'ın" Cihangir Parkı'na heykeli dikildiğinde çok da mutlu olmuştum.
Cuma günleri, sabahçıysam, öğlen okul dönüşü; öğlenciysem, okula gitmeden önce sabah bakkala gider Gırgır alırdım. Eve gelir, heyecanla dergiyi yere koyar, başına uzanır okurdum. Ne mutluluktu o!
Çok çocuğun çizgi romanlardan aldığı hazzı, ben ilkokuldan önce tüketmiştim. Gırgır'ın, ertesi haftayı merakla bekleten garip öyküleriyle Galip Tekin'i; dimağımı gıdıklayan En Kahraman Rıdvan'ıyla Bülent Arabacıoğlu'su; en prensipli geri Muhlis Bey'iyle Latif Demirci'si ve Behiç Pek'i vardı... Rıdvan'ın uzayda geçen maceralarından birinde gördüğüm silahı Lego'larımla yapmış ve haftalarca evde sağa sola ateş etmiştim. Yıllar sonra, Muhlis Bey'in şekersizliğe bulduğu çözümden etkilenip, çayıma baklava şerbeti katmıştım.
Sonraları mizah dergileri, Gırgır ve Avni mayasıyla Hıbır, Limon gibi evrilerek çoğaldı ve keyif ve kimlik yoğunluğu azaldı.
Gırgır'ın başında, dirseklerimin üstünde geçirdiğim dakikaları şimdi hatırlatansa bir şarkı oldu:
Incubus'un Stellar'ı!
Galip Tekin'in öykülerinden birinde, bir çocuğun odasının altında bir yaratık yaşıyordu. Çocuk odasında yalnız kalmaktan hem korkuyordu; hem de yaratığa duyduğu merak sayesinde bu korkunun üstesinden gelebiliyordu. Hatta, odanın zeminindeki delikten iletişim kuruyorlardı. Çocuk ergenlik çağına geldiğinde, ilk cinsel deneyimini de bu yaratıkla yaşıyordu. Galip Tekin'in, uzaylılar tarafından kaçırılan ve üzerinde çeşitli denemeler yapılan insanlar hakkında anlattığı bir sürü hikayesi var zaten. Bunların hemen hepsini okumuş biri olarak; hayatımın çoğu evresinde, uzaylılarla yaşanacak deneyimler hakkında fantastik düşüncelerim olmuştur.
Hatta, bu dünyada tanıdığım karşı cins üyelerinin, benzer noktalarda tolere edilemeyen rahatsızlıklar verdiğini anladığımdan beri, dünya dışı karşı cinsleri daha da merak etmiyor değilim. Oturduğum evleri de, önünde veya çevresinde genişçe bir boş alanı olanlardan seçmemin de nedeni budur. Beyaz UFO'lu prensesim gelir bir gün elbet!

5 Haziran 2007 Salı

Parktaki Kaya

Bu özet kullanılabilir değil. Yayını görüntülemek için lütfen burayı tıklayın.