25 Nisan 2011 Pazartesi

zorla olmuyor


Biz ve tarih,
İçimizdekiler ve dışımızdakiler...
Olanı yok ettiği için kendisi de olmayan kültür,
Sözde değer...

14 Nisan 2011 Perşembe

tatministration


Herkes David Bowie dinlemeli.
Ziggy Stardust'lığının berisinde ve ötesinde, Melih Gökçek'in bile tükürmeden ilgilenebileceği bir sürü karakter aynı İngiliz'e kısmet olmuş. Hele ki bozuk gözünün hikayesi... It ain't easy...
Sigi figi kahvaltı tabakları ne oldu?
Sütaş'ın "dilimli, eritme tost peyniri"nden aldığıma pişman olmak üzereyim... Erimiş eritme peyniri dişetlerime yapışıp ikinci bir katman oluşturdu ve dilimle sökemiyorum... Sütaş'ın peynirleri, genellikle beni tatmin etmiştir ama, sanırım, bu ürünü tost için kullanmak benim damak zevkime uygun olmadı... Sütaş'ı, marketlerde bulduğum ürünlerinden ve İstanbul metrosundaki ineklerinden sonra, çok beğendiğim sitesi için de tebrik etmek isterim.
Bugün el öptüren lodos var. Yağmurla beraber. Lodosun gözü yaşlı imiş... Öyle denirmiş... Dalgalar temiz öcüler. Deniz otobüsleri içerden eğlencelidir şimdi, ben dışardayım.
Zeytinburnu ve Yedikule sahillerine yapılan yeni kocaman rezidanslara daha neler eklenecek acaba?
Onlarca nesil geçince, bir genç doğuya bakıp "Az ilerde kocaman kahverengi Bizans duvarları varmış... Niye yıkılmışlar ki?" diye soracak mı kendi kendine?
Yedikule'de 1993'e kadar Gazhane vardı eskiden. Çocuk halimle, sahil yolundan arabayla geçerken, o yuvarlak kaidelere saplanmış ve birbirlerine çapraz bağlarla kenetlenmiş uzun direklerin ne olduklarını bir türlü anlamazdım. Sorduğumda, bu tesislerde kömürden gaz elde edildiğini ve şehrin bazı bölümlerine pompalandığını anlatmıştı büyüklerim. Biz evimize acayip tüpler içinde gaz satın alırken, anneannemlerin Ataköy'deki mutfağına bu gaz kesnitisiz ulaşıyordu. Şimdi Gazhane yok. O acayip metal yapıdan da, geçenlerde önünden geçtiğim Küçükçiftlik Park'ın konser için kaç kişiyi barındırabileceğini tahmin etmeye çalışırken gördüm.
19 ve 20 Haziran'da, bir de 10 Temmuz'da gitmek istediğim konserler var.
Yok, ben tatmin olamıyorum.
Bu yazdıklarım ve dinlediklerim boş geliyor.
Tosttaki domatesten damağım yandı zaten...
Duş alıp uyumak mı, giyinip Bakırköy'e gitmek mi?

25 Şubat 2011 Cuma

Bu akşam

İki kat aşağıdaki daireye şeytan girmiş, bir haftadır çıkaramadılar.

Bizans surlarıyla Cumhuriyet asfaltı arasındaki Osmanlı pazarında kavga çıkacak da kaydedip bize izletecekler... Yağmurdan mıdır nedir; set, bir duraklama devrine girdi...



Eskiye göre, sinirlendiğimde harketelerime hakim olmakta daha az zorluk çektiğimi anladım az önce. Kim olduğunu henüz bilmediğimiz yeni komşumuzun evindeki betliğin tıraşlanması işi, son yılların en zor katlanılası gürültüsüne neden oluyor. Duyduğum rahatsızlığı en çok şakaklarım, alt çene kemiğim, ensem ve üst göz kapaklarımda hissediyorum.
Apartmanlarda yapılan tadilatların, günün hangi saatinden hangi saatine kadar kanunen mümkün olduğunu bilmiyorum. Paydos etmeleri gereken saati araştırmak istiyorum. Ya da belediyeyi mi arasam?

Saat 17:40'da, 453 1453 numaralı telefondan şaşılacak kadar kısa sürede ulaştığım hayırlı ses, meskenlerde yapılan tadilatların akşamları 18:00'de durması gerektiği bilgisini vermekle yetinmedi; adresi öğrenip ilgili zabıta birimlerini de hemen yönlendirmek istediğini belirtti. Şikayetçi olmak için değil, kanuni sükunet hakkımın saat kaçta başladığını öğrenmek için aradığımı söyledim ve teşekkür edip telefonu kapattım. Hayırlı bir akşamın kısmet olmasını ben de diliyorum tabii ki.

Bizans Surları'nın dibine kurulan Osmanlı İmparatorluğu seti yavaş yavaş toplanıyor.
Saat 18:10 oldu, iki kat aşağıda duvarlara uygulanan insanlık dışı zulüm, bize hala rahatsızlık veriyor. Artık, dinleyici kalamayız! Akşam yemeği için malzeme almaya çıkıp; dönüşte, kahverengi kaplamasında bolca tozlu parmak izleri kalmış kapıyı çalıyorum.
Duvar delmekten alıkoyduğum ekibin sanırım en genç üyesi kapıyı açıyor ve "işiniz ne kadar daha sürecek?" sorusuna "az bişey kaldı abi" cevabını veriyor.
"Tam olarak ne kadar?"
"Valla çivileri çakıyoruz"
"Ne zaman biter çiviler?"
"10-15 dakika abi"
"Tamam, sağolun. Akşam oldu, artık sessizlik istiyoruz lütfen"
DAAAANNNNN!!
Tozlu kahverengi kapıyı çarpıyor genç işçi.

Bu son gürültüden sonra ses kesildi. Şükür!
Fatih Belediyesi'nin fetih anımsatıcısı telefon numarasını aramama gerek kalmadı.
Sakin bir akşam yemeği için şartlar gayet uygun...

1 Ocak 2011 Cumartesi

yeni günlerden beklediğim, kestane şekerleridir

Dış dokusu, akşamın çeşitli tatlı yükleriyle tatsızca değişmiş olan dişlerime yatmadan önce dilimle dokunduğumda hissettiğim rahatsızlığı gideremeden uykuya yöneldim. Diş fırçamı evde unutmuşum, özür dilerim Adile teyze...

Uyuduktan kısa süre sonra, sakallı yanaklarım, sakalsız yanaklara temas etti.

İsa'nın doğumundan sonraki (insanların, yaşamlarını kendisine duydukları inançla şekillendirdiklerini zannedenlerinin belirlediği üzere) 2011. seneye başlamış olmamızı neden kutlayacakmışım?

Lakin, herkes kutluyor; ben neden kutlamayacakmışım?
Bu muhteşem kestane şekerleri hediye ediliyorsa bana, kutlanacak şeyde mantık bulmak şart mıdır?


Bir gün ömür bitecek, demeyeyim "görmüşüm rüya" !