27 Ağustos 2009 Perşembe

Aynı ambulansta...

I found an island in your arms, a country in your eyes... diyemedim kendi sesimle.

Meteliksiz gelmedi. "Ölen de yoktur" diye umdum sessiklik içinde. Kısa bir sessizlik talep etmişti benden. Nedenini önemsememiş olmam mümkün mü? Değildi... Sormam da imkansızdı. Beklemeyi rahat kılan da kendisi oldu. Teşekkürle harmanlı empati mutfakta, deniz manzarası denizde, dert O'nun kafasında, derdinin derdi benim kafamda, iftarlaştık. Sadece sevdiğimden değil, insanca durduğundan ve insanlığının tadına, şu derdiyle bile, en az benim kadar vardığını hissettirdiğinden, bekledim.

Kollarında bulduğum adaya bir kasırga vurmuş; gözlerindeki ülkede isyanlar çıkmıştı.



Deniz kumu ve piyano sesiyle yeniden kurdu düzenini.
Deniz suyuyla ıslanmasını istediğinden emin olduğum eline doğru elimi uzattım; bana hasarı göstermesinden dakikalar sonra. Önce, denizden mi yıkıntıdan mı çıkardığımı şaşırdım kendisini. Avcumu açtım, uçası varsa uçsun diye. Avucum piyano oldu. Ölen olmadığını anlamıştım ya, sevincime diyecek yoktu. O'nun kurtarıcısı da kanatlıymış!
Bütün gece derdimizi kutladık, umarım.
Kırmızı, yumuşak kılıflı ambulansın sirenine hayrandık...

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Kolları Kaslı

Önce, Bakırköy'den Ebru'yu almıştım evime... Zorunluydum. 2007'nin Temmuz günlerinden biri öylesine sıcak olmuştu ki, evimin çevresindeki tüm dershanelerin klimalarının sesini duyabiliyordum. Salonumu ter basmıştı. En dayanıklısından bir Ebru gerekiyordu ve sağolsun, dayandı.
Sonra, geçen Mayıs ayında, adını bilmeden, bir de Aslı almışım Kocamustafapaşa'dan. Helal olsun, sesini çıkarmadan öylece bekledi beni, düne kadar. Sonunda kıllarını gördüm. Kullandım. En iyi Aslı, kılları dökülmeyen Aslı! Kullandım, ama atmadım.

--------------------------------------------------

Bu akşam, 23:30'dan sonra, Rumeli Caddesi'ndeki fahişe pazarından geçtim. Kameram yanımda olsaydı, biraz kırmızı ışık sunmak isterdim dükkan sahiplerine ve mallarına... Almak isterler miydi, bilemem...
Taksim'den bindiğim dolmuşta, yanıma genç ve birbirlerine aşık ve sarhoş bir çift oturdu. Çiftin pipili bireyi az tedirgin, çok kontrollü ve kararında kibar gözüküyordu ama hiç duyulmuyordu. Parayı şoföre uzatırken ne demesi gerektiğini, daha uzun boylu olan kukulu birey telkin etti kendisine: "2 Paşa diyeceksin"
Anlatmıştım, Kocamustafapaşa'ya Kocamustafapaşalı olmayanlar Kocamustafapaşa der... Kocamustafapaşalı olanlar, samimiyetin tadını, mahallelerine "Paşa" diyerek çıkarırlar. Dolmuştaki diğer yolculara da, "ben gittiğimiz yönün çocuğuyum, haberiniz olsun, tavrınız düzelsin..." gibi bir mesaj vermenin yolu da aynı kestirmeyle alınıyor olabilir.
Unkapanı Köprüsü'ne yaklaştığımızda, kukulu aşık, rahatsız etmeyen detone sesi ve kulaklık kontrollü zamanlamasıyla bir şarkı söylemeye başladı. Pipili aşığın, o sırada, pipisinin varlığını ve etkisini unuttuğunu düşündüm. Köprüden çıktığımızda, kukulu aşığın, pipisini beklemeye almış olan sevgilisine cevaben, "Her şey olması gerektiği gibi oluyor" dediğini duydum. Cevaben olduğu, ses tonunda şifrelenmişti ve şifreyi çözmek için yanlarında oturmak gerekiyordu. Saraçhane'yi arkamızda bırakırken, aynı şarkıyı, müstakbel sabah pipilisinden duydum. Sözlerini, dolayısıyla, hangi şarkı olduğunu yine anlamadım.
Kızılelma Caddesi'ne kavuştuğumuz köşede, dolmuştan kurtulup on adım attıktan sonra, gayet sağlam ve işler gözüken bir Anadol'un sürücüsü olan başörtülü hanıma saygı duydum.
Sahile doğru yön değiştirdim.
Yokuş aşağı yüzelli adım attıktan sonra, evimin önünden geçen kaldırıma ulaştım.
Evimden yirmi adım kadar önce iki genç cengaverin, cenk öncesi barış çubuğu tüttürdüğünü gördüm. Cengaverler de beni gördü. Barış çubuğunu el çabukluğuyla yok edip bana doğru yürümeye başladılar. Çubuğun kokusunu yok edememişlerdi. Kontrol altında aralarından geçip binanın kapısını açtım ve evime yükseldim. Attığım adımların beni ileri değil de yukarı taşımasının mekanik açıklamasında "düşmek" olduğunu bir kez daha belirlemenin gereksizliğini, anahtarımı kapıdaki yuvasına sokarken anladım.

--------------------------------------------------

Aslı, kendisini yatırdığım yerde bekliyordu. Üstümü çıkardım. Ellerimi ve yüzümü yıkadım. Yanına gittim. Eğildim; belinden tutup, yüzüme yaklaştırdım. Kıllarına baktım. Bozulmamışlardı. Hala iş görür durumdaydılar. Favori kutuma daldırıp kullandım.
İşim bitmedi lakin!
Favori bitti!
Aslı'nın kıllarını süreceğim daha çok yüzey var.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Kandilli'de Bir Gün

Önce, aşağıdakileri cep telefonumla yazıp, Türkçe karakter düzeltmesi için vakit ayırmadığım için, özür dilerim...


Sonra, devam ederim:





10 sene onceki ayni gecenin, o zamanki bilgisayarimin cirkin monitorunun ilk sallantisiyla korku hissetmeye basladigim anlarinin simdiki tanimdaslarinda kendi terorumu kendim yarattim. Uguldayan girtlagim ve gerilip dikilen ust govdemin hareketleriyle, gurultulu ve huzursuz uyanisimi tek basima yasamayi isterdim. Cirkin suratli ve kotu niyetli boksor bir kopek tarafindan, tehdit ve saldiriyla uyandirildiktan saatler sonra, bu sefer kendi bilincsiz irademle, tekrar uyandigimda; hayatimda gordugum en guzel poponun hala saglam oldugunu hissettim ve rahatladim. Gozlerim, kapaklarinin altinda, son surat hareket ederlerken yasadigim kahverengi-amacsiz-saldirgan ve saldiran-guclu-cirkin-hizli kopek terorunun, gunluk hayatimin bu gecesinde, sadece kafamin kendi kendine ve Ece'nin huzuruna taktigi bir celme oldugunu zaten biliyordum. Bilmek ve vucudun bilmeyi bilmeyen sistemlerini ikna etmek, cok farkli isler. "biliyorum ama yine de icim rahat degil..." gibi cumleler, aklin, ayagina dolasan diger sistemlerin kulfetleri hakkinda serzenisi aslinda, bence, sanirim ve sanki... Bazen, kabustan cikan gozler, uykuyu ve uyku disindakileri coktan ayird etmis olan akildan bagimsizca, saga sola kayar. Bazen, eller de bu beyhude ikinci kontrol hevesine kapilir ve bagli olduklari vucudun cesitli yerlerinde, islerin yolunda olup olmadigini, oralara dokunarak bilmeye, akla bildirmeye calisirlar. Bu sabah, dunyanin en killi poposu ve onun en yakin arkadasi, dunyanin en kotu niyetli kopeginin saldirisi kabusundan, bir kac hiriltiyla kurtuldular, sokakta gerceklestiilen "en gurultulu fosil yakit motorlari festivali" ne katilmadilar ve sag salim uyandilar.
En killi popo ve yerleskesi, suyla sabunla temizlendi, genel olarak kumasla kaplandi ve Samatya-Nisantasi-Besiktas-Uskudar-Kandilli guzergahinda guzelce kendine geldi. Kandilli'de, Sabanci'ca yenilenen Adile Sultan Sarayi'nda, "otelsiz olmasin aaaskk..." diye mirildandi. En killi poponun en yakin arkadasinin yerleskesi, elektronik is makinalarina hukmetmek icin zaman ve enerji harcarken; en killi popo, Bogazici'nin bu guzel Anadolu kenarinda bir bank uzerine kondu. Sahibinin, Kandilli'nin deniz kenarindaki tek mutevazi isletmesi gibi gozuken Alperenler Cay Bahcesi'nde, beyaz peynirli menemen ve karbonatli cay siparis etmesinden onceki bir saati o bank uzerinde gecirdi. Bense, fotograf ve MSN histerilerinde kayboldum. Parka gelen piknikci ailenin yetiskin bir adami ve uc cocugunun, denizin tam kenarina konmus turistik durbune gosterdikleri ilgi sirasinda konustuklarini dinledim. Durbunun, ilgili birimine sokusturulacak 1 lira ile islevini bir sure icin yerine getirmeye baslayacagini belirten levhayi okuyan babanin "1 lira mi?! Uskudar'da bedava lan!" tepkisini, ortanca cocugun "Burasi Uskudar degil ki..." aciklamasiyla gecersiz kildigi ani hayretle ve hayranlikla yasadim. Bir garson, tek basima gozukup 2 menu istememe sasirdi. 2. Menunun nedeni Ece, 1 dakika sonra masaya ulastiginda, garsonun yuzundeki ifadeyi gormeliydim ama Ece'nin yuzundeki ifade ilgimi daha cok cekiyordu. Menemenden 2 saat sonra, cop sis ve ayran siparis ettim. Saraydan kacirdigim kiz ise balik yemek istedi ve istavrit siparis etti. 10-15 dakika sonra, ayni garson, yuzunde gormeyi hic istemedigim bir ifadeyle, duymayi hic istemedigimiz "Kusura bakmayin, siparisler makina tarafindan kontrol ediliyor. Balik ve Karisik Izgara da listede alt alta. Yanlislik olmus ve karisik izgara cikmis. Isterseniz geri gotureyim." repligini sundu. Sarayci kizin vakitsizligi ve uzlasiciligi nedeniyle, karisik izgarayi benimsedik. Hesaplasma asamasinda, bu karistirilmis izgara yuzunden, bedelin %5'i kadar bahsis biraktim. Alperenler'den cikip, Ece'nin gorev mahalinin yakinina kadar Adile Sultan'in kim oldugunu merak ederek yuruduk. Ben, ayni merakla, asagi dogru adim atarken, Bogazici Terapisi adiyla ne gibi urunler olusturulabilecegini de, sakince dusunebiliyordum.



Yemekten sonra, oturup bir okuma seansi yasayabilecegim tesis, gayet rahatca ulasabilecegim bir yerdeyken; okuyacak urune ulasmak icin Cengelkoy'e kadar yurumem gerekecekti. Sanirim, Kandilli'nin biraz kuzeyiyle, Cengelkoy arasindaki sahil seridi, Turkiye'nin en perakendesiz yerlesim bolgesi. Sadece 1 Vestel bayinin ve 1 BP istasyonunun, bunca konuta nasil yeterli oldugunu merak ederek yurudugum yolu, BP'den aldigim Newsweek ve kucuk suyu cantama, cisimi de BP'nin tuvaletine koyduktan sonra, mulkiyeti ozel kullanimi halka acilmis bir otobusle geri dondum. Sakip Sabanci - Kandilli Egitim ve Kultur Merkezi'nin ve Adile Sultan Sarayi'nin girisinin 5 metre otesindeki durakta inip, yolun karsisinda, deniz kenarindaki Alperenler Cay Bahcesi'ne yeniden yerlestim. Karbonati esirgenmemis bir cayi daha, polis telsizi sesi, tavla sakirtisi, nargile fokurtusu, bogaz esintisi ve akintisi, gemi goruntusu, sevgili beklentisi ve Newsweek okuntusu esliginde tukettim. Tuketileceklere ulasmanin burada ne kadar zor oldugunu fark eden bir girisimci, portatif masa ve semsiyeden bakkal olusturmus.




Bu kadar.