24 Haziran 2010 Perşembe

Binali Yıldırım önderliğinde Youtube'dan Bağımsızlık Mücadelesi

TRT1'i açtım ki futbol maçı izleyeyim.

Büyük Milletimiz'in Büyük Meclisi'nde, Binali Yıldırım bey yüksek sesle "Türkiye Cumhuriyeti'nin kurallarına uyacak!" diyor... Futbolu ve diğer daha bir sürü şeyi unuttum ve bakakaldım. Dinlemeye ne kadar yetkin olduğumu umursayacak zaman değildi; vatanımızın yüksek çıkarları söz konusuydu. Cüssece ve hiddetçe bir büyüğümüz, bu çıkarları korumaya ne kadar kararlı olduğumuzu, hepimizi temsilen, yüksek sesle, bize anlatıyordu. Youtube'un kural tanımaz hareketlerini, bir çok ülkede yerli sürüm yapmasına rağmen Türkiye'de buna yanaşmaması; Türk adli makamlarıyla işbirliği yapmaması; Atatürk'e hakaret içeren videolar nedeniyle Türkiye'den erişimlerinin engellenmesine bir üst mahkemeye başvurarak itiraz etmemeleri; Türkiye'de bürolarının olmaması; Türkiye'ye vergi vermemeleri; bir siyasi partinin genel başkanıyla ilgili bir videonun kaldırılması için yapılan başvurularda telefona cevap vermemeleri gibi örneklerle, akılcı ve somut ve su götürmez şekilde açıkladı. IP numaraları aracılığıyla, Google sitelerine de girişi yavaşlatıp, Türkiye'ye tepki oluşturmaya çalışan Youtube'un, Türkiye Cumhuriyeti ile bir mücadeleye giriştiğini; ancak, bizim buna tabii ki boyun eğmeyeceğimizi; aksine, Youtube'un bizim yasalarımıza göre işlemeye ikna olacağını söyledi.
Kendisine, gelişmiş, gelişmemiş, gelişmekte ve gerilemekte olan her ülkede bizdeki kadar sık yaşanan ölümlü ve yaralanmalı kazalarıyla tecrübe edilen yüksek hızlı tren başarısı ve THY'nin kadrolarında ve filosunda sadece Türkiye'ye özgü hızda ve büyüklükte yaşanan değişim ve gelişimden sonra, şimdi de bu Youtube'a haddini bildirme atağı nedeniyle, üst üste bir kaç kez daha hayran oldum!

Futbola gerek yok!

17 Haziran 2010 Perşembe

tuhafiye

"Hede beyi arıyordum..."
"Kimi?"
"Hede bey..."
"Tanımıyorum. Kimdir o? Nerde çalışır?"
"Hede bey canım... Teheyede bişey müdürü olmuş..."
"Havalimanının bu bölümünde teheye bürosu yok beyefendi, isterseniz size tarif edeyim bürolarını. Hangi departman demiştiniz?"
"Bilmiyorum ben de... Bizim İstanbul Ulaşım'daydı... Yeni müdür olmuş..."
"Hmmm... Bakın şurdan şöyle gidince, şöyle dönüp, şuraya inince, şöyle kapılar, böyle koridor... teheye ofisleri orda... onlara sorun, belki doğru şekilde yönlendirirler sizi..."
"Ohhooo... burası ne böyle yaaa... ne karışık... kimse de biyeri bilmiyo... olmaz, böyle gitmez ki bu iş..."
"Efendim?"
"Neyse.. hadi hayırlı günler..."

HAYIRSIZ HERİFLER!

--------------------------------

"Kim o?"
"Tedaş! Açar mısınız?"
"Buyrun?"
"Elektrik saatlerini değiştiriyoruz. Sizinkinde kaçak kullanım tespit ettik. Zabıt tutacağız. Mahkemeye çıkacaksınız. 5-6 milyar ceza ödersiniz..."
"Ne?! Yok öyle bir şey! Ne diyorsunuz? Kaçak elektrik kullanmadım hiç! Faturalarımı ödüyorum."
"Saatinizde delik var hanımefendi... Kaçak kullanım bu... Zabıt tutmak zorundayız..."
"Ne deliği kardeşim? Nerde? Beraber bakabilir miyiz? Kaçak elektrik kullanmadım ben!"
"Buyrun inelim beraber... Siz de görün..."
"İnelim..."
"Bakın, bu delikler kaçak kullanım için açılmış. Tel sokup saati durdurmuşsunuz..."
"Ben ampul değiştiremem, oğlum benden uzakta oturur, elektrik tesisatçısından mı rica edeceğim böyle bir haksızlığı?! Ödeyemem ben 5 milyar ceza falan! Tut kardeşim sen zabtını. Öyle kolayca suçlanıp, suçum ispat edilebiliyorsa yatarım hapsimi!"
"Abla yapacak bişey yok valla..."
"Nasıl yok kardeşim?! Ben açmadım ve açtırmadım o delikleri! Hayatım boyunca da hiçbir şeyi kaçak kullanmadım. Emekliyim. Ödediğim bütün faturaları da saklıyorum, isterseniz göstereyim."
"Ne dersiniz arkadaşlar, abla çok ağlıyor. Ne yapsak?"
"Ne yapacaz? Yapacak bişey yok... Çıkacak mahkemeye!"
"Arkadaşlar, bakın, bu saatteki deliklerle benim bir ilgim yok! Kaçak elektrik kullanmadığım halde, böyle basit bir şekilde suçlanmak çok ağrıma gidiyor! Kendinizi benim yerime koyun... Mahkemeye çıkarım, ama suçsuzluğumu ispat eder, sizden de bu yaptığınızn hesabını sorarım!"
"Abla, zabıt tutmak zorundayız, ekmek paramızdan mı olalım?"
"Gelin faturalarımı göstereyim..."
"Peki, bakalım..."
"Bakın, ödenmemiş tek bir faturam yok."
"Abla, gösterme istersen daha... Hepten batıyorsun."
"Nasıl yani?"
"Bunlar çok az miktarlar!"
"Ben yalnız yaşıyorum! Bulaşık makinam yok. Evimdeki her elektrikli alet ekonomiktir... Emekliyim! Tabii ki tasarruf edeceğim! 20 lira fatura ödemek mi suça işaret?"
"Tamam abla tamam, ağlama... yazmayacağım zabıt... tamam..."

KANUNİ HAYDUTLAR!

11 Haziran 2010 Cuma

akseki de çağırıyor

Yeni, küçük bir araba yapacaksın ve bu yeni ürününü tanıtmak ve daha çok satmak için çektiğin filmde, bir çarpma testi kuklasını konuşturacaksın. Diyecek ki : "Ben denedim; şimdi sıra sizde!" Yani, demek isteyecek ki : "Bu araba tasarlanır ve geliştirilirken, beni orasına burasına hunharca çarptılar; cansız olduğum için bu sırıtık yüz ifademle karşınıza çıkacak kadar sağlam kaldım... Haydi, şimdi de siz bolca satın alın bu aradan ve istediğiniz gibi her yere vurun. Bakalım sizde nasıl etkileri olacak..." Gerçekten, çok da anlamsız değil ama, bence, yanlış anlamlı. Yanlış anlaşılır değil. Hyundai böyle bir eylemde bulunmuş...

Bir de, "Silver" adlı bir kuru temizleme dükkanı gördüm. Tabii ki, yurdumun en genel kuru temizlemeci ismi olan "Etilen" den daha özgün ve estetik bir isim ama; "Biz pek öyle detaylı temizlemiyoruz. Elbiselerinizi silip iade ediyoruz..." gibi bir anlam taşıyor olmasından şüphelendim. O tabelayı gördüğüm andan beri bu şüpheyle yaşıyorum. İşletmecinin soyadının "Gümüş" olması da aklıma geliyor ama, pek uzun kalmıyor.

Bir insanın, cep telefonu zili olarak, Serdar Ortaç'ın kesilesi sesinden "Hayaaaaatt, beni neden yoruyorsuuunn?!" rahatsızlığını tercih edip, bir minibüs dolusu insana 5 kilometre yol boyunca birkaç kere duyurması, sadece görecelikle açıklanabiliyor olamaz!

Bir köpek yavrusunun -şimdilik- kısacık ömrü hakkında bu kadar çok şey düşüneceğimi tahmin etmezdim.
Görmeden atladığı yolda biz duyduk onu. Zor görüldüğü için çok sevdik. Az baktığımız için görmediğini görmedik. Çok görmüş kardeşimizin sorusuyla irkildik. Şimdi, candan ilgiye teslim... Nasıl acaba? Arkadaş? Sıcak? Kuvvet? Korku? Huzur?

Saba Tümer, Ertuğrul Özkök'le geyik muhabbeti yapıyor. Ertuğrul, tuhaf bir adam... Tuhaf da bir kitap yazmış... Kendi kendisinin şeyhi ve müridiymiş... Böyle bir sabah istemem! İstesem de istemem.