25 Temmuz 2007 Çarşamba

ayrılık

O, bir heykeldi. Arkadan gördüğüm ilk sabah, başı havada, dimdik yürüyordu. Hepimiz gibiydi ama daha umutlu gözüküyordu. Kısa saçlarının altında, ensesi parlıyordu. Bu parlaklığı Fatma'ya gösterdim ve heyecanıma ortak ettim.
Gözlerinin rengini belleğime yazacak kadar zaman geçirdim kendisiyle ama O, bana tek renk göstermedi. Değişmeyen tek şey ensesinin parlaklığıydı. Ta ki, karanlıkta huzur bulacağını sanana kadar. Bense, sadece ışıklı yerlerde çalıştım.
Bu seçimi oniki sene önce yaptı. Şansıma şükrederim hala; ensesini ise unutamadım.

Bu, bir müzik parçasıydı. Geçen ay dolmuşta duydum ve kaydetmeye çalıştım. Bu sefer parlayan, benim MP3 çalarımın ışığıydı. Çok beğendi bu ışığı. Başucumda duran dizüstü bilgisayarın ekranı ve tıkırtıları da mest etti kendisini.
O'na elimi değdirdiğimde aldığım tepkiler, ruhumu besledi beş dakikalığına. Şarkının biteceğini biliyordum ama, geri alıp tekrar dinlemekti niyetim. Dördüncü tekrardan sonra, dolmuştaki herkesin sevdiği bu şarkıyı çok da beğenmediğimi anladım. Geçen hafta dolmuşlara bıraktım, zevkle gezsin diye...

22 Temmuz 2007 Pazar

vahşi

* Müslüm Gürses'i kutlarım.
* Seçim sonucu nedeniyle, kendimi kutlarım!
* Kurtulmak istediğim tencereyi ocağın üstünde unutturan bilinç altımı kutlarım.
* Tutkusunu yetkinliğiyle zenginleştirmek için durmadan çalışan; olumsuz etkilere kapalı, gerçek sanatçı Malik Bulut'u kutlarım.
* Bana önce işimde, sonra arkadaşlarımla, en sonunda da evimde huzur veren bu pazar gününü kutlarım.
* Beni kendisinin bir parçası olarak kabul etmeyen her sistemi kutlarım.
* Açık fikirliliği namussuzluktan ayırabilenleri kutlarım.
* Uçakları için seçtiği güzel boya düzeni için firmam KLM'i kutlarım.
* Komik tartışmalara neden olsa da, şefkat patlaması nedeniyle Funda'yı kutlarım.
* Duygusallıkları ve idealleri için yaşamaları ve ütopyaya yönelik hareketlerinden dolayı, 60 (68) kuşağının değişmemiş üyelerini kutlarım.
* Türkiye şu andakinden çok daha az vahim bir durumdayken, ilkokullarda yüzlerce çocuğa zorla bağırtılan "...varlığım Türk varlığına armağan olsun..." cümlesinin doğru şeklini hissederek yaşamış ve çalışmış; kendisini ve arkadaşlarını ve eylemlerini suçlayanlara karşı aklını acele çalıştırıp, başından sonuna doğru ve haklı bir ifade ortaya koymuş; sağda solda mız mız ağlayan bizlere en güzel örnek olabilecekken, sadece ikona dönüştürdüğümüz; 25 yaşındayken şeytani devleri korkutabilen ve bu korkunun yol açtığı öfkeyle yüzleşmekten haklı gurur duyan Deniz Gezmiş'i ve arkadaşlarını kutlarım. O'nun en içten, en mantıklı, en cesur hali için; 35 senede ülkenin nasıl değiştiğini görmek için; gerçek vatanseverliği tadamayacağınızı anlamak için; Atatürk'ün muhatap aldığı gençliğin örneğini görmek için; lütfen, bunu okuyun.
* Dün gece tartışırken, Amerikan sistemini vahşi bulduğunu söyleyen Hakan'ı, her zaman doğru bildiğince davrandığı ve konuştuğu için kutlarım.

18 Temmuz 2007 Çarşamba

gabargözünt

* LCD ekranlar nasıl çalışıyor?
* Dimes'in "Kırmızı Meyvalar Suyu"na azıcık votka katınca, Covent Garden'ı özledim. Bunu bir de Smirnoff Raspberry Twist ile denemeli.
* Dikkat ettim de, bir yerlere doğum tarihimi yazarken, rakamların duruşundan hoşlanıyorum. Deli miyim neyim? Burcumu seviyorum ya, ondan sanırım. Delice!
* Transformers'ı merak ettim. Seyir de edeyim.
* History Channel'da eski savaşları, medeniyetlerin ve kültürlerin çarpışmasını, eski silahları ve teknikleri işleyen; Türkçe seslendirmeleri hatalarla dolu belgeselleri seyretmeyi seviyorum. Age of Empires oynayasım geliyor seyrettikçe... Bir de, Selçuklu, Osmanlı, Moğol istilaları, savaşları, çarpışmaları konu olsa...
* Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi varmış. Geçen sene saymışlar bizi. Ben sayılmamışım.
4 Ağustos itibariyle, resmi işlemler için muhtardan ikametgah alınmayacakmış da; kimlik numaramıza bakınca, adresimiz çıkacakmış.
Bu veri tabanını düzenleyen devlet, "Oy kullanacaklar kaleye mum diksin" şeklinde davrandığı için çok insan oy veremeyecek.
Devlet insanlardan oluşuyor bu arada. Transformers'dakiler gibi bir yapı değil yani... Devleti oluşturan bu insanların bir bölümü demiş ki "Bu veri tabanında kimlik numarası ve adresiyle yer almayanlar, kallavi para cezası ödesin!"
* Kaş nasıl ki?
* İyilik yap, iyilik bul.
* İyilik yap, denize at.
* Denize atla, iyilik bul.
* Deniz atı iyidir.
* Deniz atı bulursan denize at, iyilik yapmış olursun.

16 Temmuz 2007 Pazartesi

tik tak tik tak tik (troklebade)

40 olmadan önce yapmak istediklerim:

* St. Maarten'de bir hafta geçirmek: İlk gün, pistin ucunda, kumsala sevgilimle uzanıp, üstümüzden geçen KLM B747'sini sarmaş dolaş kutlamak; ikinci gün aynı uçağı, denizde karşılamak; üçüncü ve dördüncü günlerde denizde ve kumsalda ayrı ayrı karşılamak; beşinci gün karşılama takımına başka insanlar eklemek; altıncı gün sevgilimle barışma çabalarıma, inen uçağın altında devam etmek; yedinci gün Amsterdam'a tek başıma dönmek.

* En az Adriana Lima kadar güzel bir, hatta bir kaç hatunla sevişmek.

* Büyük Kanyon'u ve Petra'yı doya doya gezmek.

* Beni genelde çok neşeli, devamlı espriler ve geyik muhabbeti yapan halimle tanıyanlara, bu halimin, aslında, engin sıkıntımdan kaynaklandığını anlatmak.

* Sakinleşmek.

* İstediğim dövmeleri, istediğim şekilde yaptırmak.

50 olmadan önce yapmak istediklerim:

* Evlenmek ve çocuk sahibi olmak.

* Klasik sanat eserlerinin büyük bölümünü görmüş, dinlemiş, okumuş, seyretmiş olmak.

* Yemek yapma yeteneğimi büyük ölçüde geliştirmek ve dinlenmek için, zevkle, muhteşem yemekler yapabilmek.

* Bir chopper sahibi olmak.

* Ege veya Batı Akdeniz kıyısında, bahçeli bir ev sahibi olmak.

60 olmadan önce yapmak istediklerim:

* Çocuğumla gurur duymak.

* Kullanımdaki uçakların çoğuyla uçmak.

15 Temmuz 2007 Pazar

iyi davran lan!

Merhaba!

13 Temmuz akşamı, Elif ve Kerem evlendiler. Nikaha üç avuç BAAL mezunu olarak katıldık. Çok eğlendik. Çok kutladık karı kocayı. Çok sevindik. Çok hopladık. Bazılarımız çok içti. Dönüşte taksiciyle çok komik pazarlık yaptı. Elif'le Kerem çok tatlılardı. Çok yoruldular sanki. Çekilen görüntüleri seyretmek istiyorum. Hep beraber etsek keşke seyir.
Ben çok neşeliydim. Çok geyik yaptım. İyi ettim. Bazılarımız çok içip, çok sallandı. Ertesi sabah bozuldular, bizle vakit geçiremediler. Bazımız tamir olup, Bursa'ya döndü.


Merhaba!

Bu akşam, Migros'a gidip; bir sürü şey aldım. Aldıklarımın üçte birini Migros Club kartımda biriken puanlarla, üçte birini kredi kartımda biriken puanlarla, üçte birini de nakitle ödemek niyetindeydim. Migros Club kartımın puanlarını kullanmama yarayacak çeki bastırmak için makinamsıya gittiğimde, Migros'un bana Vole denemem için kıyak yapmaya hazırlandığını gördüm. Önyargı göstermedim, Vole kuponumu da aldım. Canım sıkılıp, kollarım da ağrımaya başlayınca kasalara yöneldim. En kısa sürede ödememi yapıp, yeraltındaki sentetik pazardan çıkmak niyetiyle, en uygun kasayı aradım uykulu gözlerimle.
(Uykulu gözlerim, uykuluydu; çünkü, Elif ve Kerem'in nikahından hemen sonra işe gittim. Bütün gece çalışıp, sabah eve geldiğimde, üniformamı çıkarmaya zor katlanıp, hemen yattım. Dört saat sonra uyanıp arkadaşlarımla tekrar buluşup, hasreti daha da azaltmak için, yanlış yapılanmış şehrimin orta yerine gittim. Orada, hasret gidermeye yarayacak insanlarla buluşamadım ama akşam da erken sayılabilecek bir saatte eve döndüm. Hakan'la video klipler seyrettik. Hakan evine gitti. Ben de gece geç saate kadar oturup, yattım. Sabah yine işe gittim. Çok yoruldum işte. Uykum geldi, gözlerime çöreklendi.)
Masum bakışlı, şirin gülüşlü, düz siyah saçlı bir kasiyerin önünde; az şeyli (alışveriş metası) bir müşteri vardı. "İşte hayalimdeki kasa!" diye düşünüp, gülümseyerek; metal çerçeveli, siyah, hareketli banta yöneldim. Bant karşılık vermedi.
Kısa süre sonra, banta koyduğum şeylerim için ödeme yapma sırası bana geldi. "Merhaba!" dedim. Migros Club kartımla beraber, indirim çekimi ve Vole kuponumu da uzattım kasiyere. Kasiyer, zayıf bir karşılık verdi.
Arkamdan gelen acayip bakışlı müşteri, henüz benim şeylerim kasiyere doğru harekete başlamamışken, iki kucak dolusu tuvalet kağıdı, kağıt havlu ve peçeteyi banta sığdırmaya çalıştı. Üstüste koyduğu selüloz öbekleri, acayip bakışlı adamın, acayip kafalı bir adam olduğunu düşünmem için bana ilk nedeni verdi.
Kasiyerimin, aldığım zerzavatları tartmadan önce, hemen her birinin kodlarını yan kasadaki arkadaşına sorması; kendisinin eğitimden yeni çıktığını, henüz acemi olduğunu düşünmem için bana ilk nedeni verdi. Acayip mimikli adam da aldı o nedenden biraz.
Tüm şeylerimi barkod tarayıcısından geçiren kasiyerimden, kendisine verdiğim kredi kartımı kullanıp; indirim kuponunun marifetinden sonra kalan miktardan, bonuslarımı da düşmesini rica ettim. POS makinası ve kasa aletinin bağlantısı için vermesi gereken komutların sırasını karıştırdı sanırım. Yine arkadaşından yardım istedi. Bu arada ben, kasiyerimin kendini baskı altında hissetmemesi için, orayla hiç ilgilenmiyor gibi gözükmeye çalıştım. Arkamdaki acayip nefesli adam, acayip hareketli adama dönüştü ve önce el hareketleriyle, sıkıntısını belirtmeye çalıştı. Sonra, hışımla arkamdan geçip, müşteri ilişkileri/danışma masasına gitti ve oradaki görevliye "kasaya işi bilmeyen birini koymuşsunuz; gelin yardım edin" gibi şeyleri, öfkeyle söyledi. Acayip hırslı adama karşı, kıçımla geçişi kapadım. Zaten beşten fazla insanın karşısında, işi çabuk ve doğru olarak bitiremediği için sıkılan kasiyerimin daha da üzülmesini istemiyordum. Yazıktı.
Aklımdan "sen yaptığın her işi annenin karnında öğrendin de mi çıktın be adam?! kız uğraşıyo işte, niye baskı yaratıyorsun lan?! laynn?!!" diye geçirdim.
Yardıma gelen arkadaşı sayesinde, benim de komplikeleştirdiğim ödeme sürecini, tamamladı kızcağız. Kartımı ve fişimi alıp bel çantama koyarken; acayip kaygılı adam, tecrübeli kurtarıcıya "benim ödemem sırasında da burda kalır mısınız? şimdi bi hata falan olmasın..." dedi. Aklımdan "bok!" diye geçirdim.
Kasiyerime kolaylıklar ve şans dileyip, paketleri taşımaya başladım ve eve geldim.
Yürürken ve salata yaparken, acayip adamı ve kasiyerimin tedirginliğini unuttum.
Salatayı yerken, kasiyerimin utancını hatırladım. Sonra da bunları yazdım.
Uyumam lazım.

Merhaba!

14 Temmuz 2007 Cumartesi

qui resté


Ağaç, rüzgardan şikayetçi:

"Benliğim tomurcuksuz, sabit, tomruğa yakın...
Gördüğümde, yapraklarımı, dallarımı küle çeviren kadınlar, yok oldular;
dokunduğum anda unufak olan taşların tozları da uzaklara savruluyor.
Tekne olup, ıslanmak; uzaklaşmak istiyorum bu köklerden.
Bunun için de balta lazım, testere lazım; korkunç!"

Ahşap kaya olur mu?

6 Temmuz 2007 Cuma

daha fazla istemiyorum

Dün öğlen, Keşan'a bağlı Yayla'dan (Saros Körfezi'nde) Bakırköy'e döndüm. Daha kısa kalmayı isteyerek gittiğim yerde, yedi günlük güneş, deniz ve huzur kürü, omuzlarımı yumuşatmaya yetmedi ama; yüz kaslarımın, elmacık kemiklerimin üstüne doğru yoğunlaşmayı kestiklerini söyleyebilirim.
Hele ki, dün akşam Harbiye'de, yıllar sonra tekrar kanlı canlı gördüğüm Robert Plant'in moralime olumlu etkisini anlatmaya kalksam; hızla geri otururum sanırım. Tekrar, binlerce teşekkür ederim Zeynep!

Konser hakkında söyleyebileceklerim:

* Strange Sensation gayet yetkin adamlardan (doğal olarak) kurulu.

* Robert Plant'in tarifime ihtiyacı yok. Yalnız, son yıllarda çok keyif alarak yaptığı müzikteki doğu etkisi, beni çok da mutlu etmiyor. No Quarter'ın içerdiği yorumlar, gayet keyifli ve her dinleyişimde heyecan duyduğum yenilikler olmasına rağmen; saygıdeğer ustanın son işlerine verdiğim tepki, ne yazık ki, "Ben senden Rock ve Blues duymak istiyorum..." idi.
Gerçi, şarkılar ve ses O'nun; üretme keyfi de... İstemeyen dinlemesin kardeşim.

* Sahnede, tavandan sarkan dört, iki kenarda birer sehpa üzerinde, toplam altı fener; arkalarda yakılan ve sahnenin önüne kadar gelen kokusuyla ambiansı tamamlayan tütsü vardı.

* Başlarda seyirci (biz) hayal kırıklığı yarattı(k). Solo kariyerini (özellikle son yıllarını) pek takip etmediğimizi, Robert Plant'e şarkılarda mimikler veya alkışlarla bile katıl(a)mayarak gösterdik. Led Zeppelin'le yaşadığı başarılı yılların iki katından fazla süren solo kariyerinde, Led Zeppelin'le yaptıklarının ötesine geçmeyi dert etmiyordur umarım.

* Yazarken Tony Blair'i anımsadığını söylediği şarkı için yaptığı açıklama gayet eğlenceliydi.

* Led Zeppelin şarkılarının başlamasıyla havaya giren seyirciye (bize) "Exxxxxtraordinary! Not you! Us!" dedi. Haklıydı. Yine de mütevazı davrandı ve özür dileyip, espriye ihtiyacı olduğunu söyledi.

* Başka bir şarkının introsu için de, eline beyaz küçük bir Hi-Fi teyp aldı ve play tuşuna bastı. G.W.Bush'un "anlamak ve bilmek" üzerine muhteşem konuşmasını yayınladı. Sonra şarkıya girdi... (konuşmanın metnini bulursam, bağlantı koyacağım)

* Led Zeppelin şarkılarının bu ekiple yorumlanması da beni gayet tatmin etti. Yalnız, Gallow's Pole'u çok insanın bilmemesine hayret yetiştiremedim.

* Bir ara, iki şarkı arasındaki sessizlikte, kendini "Raaaabbbııırrrrtttttt!!!" diye yırtan hatuna "Yes, mother?" diye cevap vermesi, çok etkileyiciydi. Herkes güldü.

* Bisten hemen önce, Plant hariç bütün grup elemanları yerlerini almışken, sahneye biri kıvırcık siyah saçlı ve fazlasıyla hızlı, diğeri daha yavaş hareket eden, gayet genç iki seyirci fırladı. İlk fırlayan, benim Cedric Bixler-Zavala'ya benzettiğim, mikrofona yapışıp; çok, ama çok kısa sürede anlaşılması zor bir şeyler bağırma ve seyircilerin arasına sağ salim dönebilme (geri atlayarak) şansını buldu. Arkasından gelen ekürisi o kadar şanslı değildi ve dertop edilip sahne arkasına taşındı. Plant, yılların tecrübesiyle sakin davrandı. Çok yakınında olan bu komediden hiç etkilenmedi ve mikrofona gelip, grubundaki elemanları teker teker tanıttı. Çocukların zararsızlığını ve güvenlikteki gediğin fazlasıyla kapatıldığını farketti sanırım.

* Sahneyi son kez terketmeden önce, bütün grup olarak öne gelip eğilerek defalarca selam verdiler. Seyircilerin (bizim) de ayakta alkışlamayı kesmememiz üzerine, Plant sahneyi terketmekte zorlandı. "See you soon!" dedi. "How soon?" dedim. Duymadı galiba.
Elini kalbinin üzerine bir kez daha koyarak, tekrar selam verdi ve "kusura bakmayın gitmem lazım... kasmayın" der gibi bakıp, arkasını döndü ve gitti.