28 Şubat 2008 Perşembe

Titreyin zayıflar!

Kendimi daha önce de burada şikayet etmiştim sanıyorum. Yine birilerine bir şarkı sözünden alıntılarla kükrerken buldum kendimi... Bu huyumdan vazgeçmeli miyim, bilmiyorum. Kullanmak için seçtiğim sözler yeterince etkiliyse ve mesajımın alıcısı yeterince olgunsa, kendime gülümsüyorum. Gülümsemem kısa sürüyor ve dürüstlükten, özgünlükten dem vuran, daha kibirli ve ideal peşindeki (ezik ve bezgin) benliğim aba altından sopa gösteriyor gülümseyen gözlerime... Alıcımın olgunluğunu kötüye kullanmaktan keskin bir u dönüşüyle çark edip, ayaklarımı pufa uzatıyorum. Alın size "Sandık İçi" !

----------------------------

VH1'da gördüğüm bir jenerikten bahsetmek istiyorum. Bir barda, sağda solda oturan herkes bir anda müzik (Listen To The Music) geğirmeye, kusmaya, öksürmeye başlıyor. Bar taburesinde oturan bir kız da müzik osurunca, eliyle arkasındaki havayı dağıtmaya çalışıyor. İşte, bütün jeneriğin en güzel anları! Kız çok tatlı çünkü...

İnsan vücudundan pis eylemlerle müzik çıkması da güzel fikir ayrıca.

Bir de bu şölene katılan fareler var.

----------------------------

İlkokul ve ortaokul günlerimizde bize öğretilmekten çok ezberletilen andımızı ve Atatürk'ün seslenişlerini, o zamanlar gösterdiğimiz kadar benimsememiş ve hatta önemsememişiz sanırım. İçimizden kimsenin vazifeye atıldığı yok.

----------------------------

Ebru Gündeş "Allah bana şehit anası olmayı nasip eder inşallah!" demiş. İnşallah Ebru'cuğum, inşallah!

----------------------------

Bir ürünün veya hizmetin bedelini toplamakta aracı kılınan kurumların, bedeli ödeyenlerden ayrıca bir ücret daha almasından nefret ediyorum. Hizmeti/ürünü asıl üreten/sunan kurumla anlaşan bu aracı kurumun yükünün, kullanıcı/tüketiciye bindirilmesi haksızlıktır. Ne yazık ki bunlardan dünyada çok var. Bu aracılara legal haracınızı vermeden konsere, sergiye gidemez, vize alamazsınız. Bu, gelişmiş uygarlığın bir düzenlemesidir.

----------------------------
























Ne zaman bir spor ayakkabı alsam, üretiminde çalışan uzakdoğulu çocukların haklarının havaya karışmasında ne kadar payım olduğunu merak ederim. Adı Yunan zafer tanrıçasıyla aynı olan markanın eski haberleri sayesinde, aklıma kazınmış bir kere...

Facebook'da "TEKTAŞ AĞAÇLARI" isimli bir grup var. Tam da Cape Town'dan döndükten sonraki günlerde dikkatimi çekti.

Yukarıdaki gibi çocukların sağlıklarına, mutluluklarına, hayatlarına malolan taşlarla, aşk dile getiriyoruz. Bağlılık nişanı olarak, masum insanların canlarını kullanıyoruz aslında...

Neredeyse bütün dayanıklı tüketim malları, tekstil ürünleri, kimyasallar, az gelişmiş ülkelerde üretiliyor. Bunları kullanan hepimiz, taleplerimiz nedeniyle, yüzlerini hiç görmeyeceğimiz insancıkların hayatlarından mı çalıyoruz?

DVD oynatıcımda film seyrederken, Hollandalı firmanın kimlerin hakkını yediğini ne kadar düşünüyorum ve bunu nasıl belirleyebilirim?

Hayvanlar vahşice katlediliyor diye kürk giymeyenler, hatta et yemeyenler var. Bu tepkilerinin haklılığı, algı ve yargı sahiplerine göre değişkendir.

Altın madenleri için yok edilen doğal bölgelerde de hayvanlar yok oluyor, insanların yaşam şekilleri berbat ediliyor. Aynı şekilde, değerli taşların elde edilmesi sırasında özgürlüklerinden, hayatlarından olan çok fazla insan ve insan yavrusu var. Vejetaryenliğiyle övünen bir insanın, tek taş bir yüzüğü arkadaşlarına gösterirken duyduğu heyecan, ironi oluşturmuyor mu?

Tıpkı saçını erkeklerden gizleyip, makyajlı yüzünü ve biçimli poposunu göstermeyi uygun bulan hanımların ironisi gibi...

Yukarıdaki resme tıklarsanız, Birleşmiş Milletler'in Afrika'yla ilgili (bana biraz da UN'i övüyor gibi gözüken) güncel bir raporunu (İngilizce) okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok: