17 Kasım 2009 Salı

mahmuzlu içli köfte


Aynı nemli ortamda duran sekiz küçük yumurtadan ilk çatlayanın içinden o çıktı. Kabuğundan yeterince kurtulmamış gibi hissediyordu. Bir testudo olmanın, vücudunun neredeyse tümünü kaplayan bir kabukla yaşamak demek olduğunu da bilmiyordu. Kardeşlerinin hepsinden daha erken olgunlaşıp, yumurtasından ilk çıkan kendisi olduğu ve diğerlerinin de tıpkı kendisi gibi olduğunu görecek kadar beklemeden yürümeye başladığı için; sabit derdiyle, yavaşça yol almaya koyuldu. Nereye gittiğiyle ilgilenmedi. Anamur'dan da bihaberdi. Yıllarca, yemek bulmak için değil, etrafını insafsızca kuşatan beta keratin kutudan kurtulmak için çalışarak yaşadı. Kararlıydı, azimliydi. Defalarca, kollarının, kafasının çıktığı delikleri, dallara, kayalara yaslayarak kendini kabuğun dışına itmeyi denedi; gücü yetmiyordu. Tıpkı doğduğu gün yaptığı gibi, kabuğunu içerden kırarak dışına çıkmayı denediği de oldu. Kırıcı hareketler yapmasına yetecek kadar içeri de giremiyordu. Her denemesinde, sadece kalbi kırılıyordu! Kendini -kendisine sorsanız "kabuğunu"- yokuşlardan yuvarladı, yükseklerden alçaklara attı; ne yaparsa yapsın çatlatamadı. Bir sürü çizik edindi. İçinden çıkamadı. Üzüntüsü de, vücudu ve vücudunu sımsıkı saran kabuğuyla beraber büyüdü. Hüznünden kurtulamadı; kabuğu melankoli üretiyordu. Umudunu yitirmedi, denemeye devam etti.
Sonunda, kabuğun esaretinde olsa da, varlığının farkındalığını sürdürmesini sağlayan beslenmeyi çok fazla ihmal etti. Yediği bütün otlar içinde en lezzetli ve en zor bulabildiği gölevez yapraklarını kemirmekten bile usanmıştı zaten. Dallarda gördüğü ve tatları hakkında hiç fikir sahibi olmadığı meyvelere, çiçeklere baktıkça, bu koyu renkli nadide bitki bile tüm cazibesini yitiriyor, yavan geliyordu. Bitkilerin sadece yere yakın yapraklarıyla veya dökülmüş meyvelerle beslenmeye zorunlu olmayı hakaret gibi hissediyordu.
Kabuğunun içinde, bir deri hiç kemik kaldı. Tükenmeye yaklaşan azıcık gücüyle, iç bükey sağ omzunu bir kez daha, alçak, esnek ama sağlam bir incir dalının yukarı doğru kıvrılmaya başladığı noktanın önünde sabitledi ve kendini ileri doğru savurdu. Bu sefer olacak gibiydi! Boynunu acıtsa da, derisiyle hücre duvarının birleştiği yere saplanan daldan ümitliydi. Kendine "Özgürlük, acısız kazanılmaz!" gibisinden sözler edecek, ya da kahraman veya takıntılı bir zavallı gibi hissetmesini sağlayacak ussal donanımdan yoksundu. İnadının nedenine dair bir kaygısı da yoktu. Sadece, kabuğun dışındaki yaşamın kendisini nasıl çağırdığını biliyordu. Güven hissi değil belki ama, hızlı ve estetik hareket vaatleri, gördüğü diğer tüm canlılar tarafından empoze ediliyordu. Kendisini, çimenlerde zarafetle koşarken, kumda kıvrım kıvrım kayarken, daldan dala zıplarken, duvarlara rahatça tırmanırken hayal ettiklerinden başka mutlu anı yoktu. İşte şimdi, o hayallere çok yaklaştığını hissediyordu. Omzundan içeri ve dışarı süzülen kanı, kendisini bu dar havzadan, kocaman okyanusa taşıyacak azgın bir nehir gibi akmaya başladığında güçlenen titremeleri de, özgürlüğünü kutlamaya yarayan bir dans gibiydi. Ne havzayı, ne okyanusu, ne nehri, ne dansı, ne de müziği biliyordu oysa... Güney Amerikan kalçası da yoktu; salladığı şey Akdenizli kuyruğuydu ve yavaş yavaş daha da içeri çekiyordu. Derisini çok yerinden yırtarak, omurgasının büyük bölümünü kabuğunun tavanından sökmeyi başardı. Artık, kabuğunun ön ağzını taktığı dalın esnemesini kullanmaya da başlamıştı. Canı acıyor ama umudu her hamlesinde biraz daha artıyordu. Arka ayakları, kendisini öne itmeye yarayamayacak kadar kabuğun içine girip zeminle temasını kaybedince, ön ayaklarıyla toprağa daha sıkı tutunması gerektiğini anladı. Sadece tırnaklarını değil, incecik kalmış ayaklarını tümüyle toprağa gömdü ve özgür bir "şey" olarak yaşamasına yarayacak son enerjisiyle kendini dışarı çekti. Asıldı. Koptu. Çıktı!
Kendisinden başka hiç bir kaplumbağanın yapamayacağını yaptı ve her milimetresine bulaşan kanıyla renklendirdiği kabuksuzluğuna kavuştu!
Koşamadı, sürünemedi, zıplayamadı, tırmanamadı.
Son bir kaç dakikasını, bütün yaşamı boyunca istediklerine çok yaklaşmış olmanın verdiği mutlulukla yaşadı. O dakikaların her saniyesini emeğiyle hak etmişti.
Vücudu açık gitti!

1 yorum:

Unknown dedi ki...

ama biri deseydi, gosterseydi ona...keske...