8 Şubat 2009 Pazar

Bulaşık İstanbul


Belli bir sırayla kullanılırsa, şiirsel etki yaratabilecek sözcüklerin, yerlerinin değiştirilip, ortak harfleri sayesinde birleştirilerek kullanılmasından keyif almıyoruz. "İstanbulaşım" aslında, başlıktaki gibi de doğmuş olabilirdi.

------------------------------------------

Yapacak şeylerim var. Olmadığını söylemeyin.
Ben de başkalarının yaşayışları hakkında ahkam kesmeyi ve tepki oluşturmayı bıraksam mı?
Pulp Fiction film müzikleri diskini başkalaştırdım ve dinledim. Özellikle The Statler Brothers'ın Flowers On The Wall'u, yıllardır her dinlediğimde olduğu gibi, bana yalın beni benimsetici geldi. Geldirici yakınlaşmalardan uzak geceleri hatırlattı.
İstedikleri kadar uyusunlar. Ben onları görmek istiyorum ve göremiyorum diye bozulmayayım. Yaşamayı en iyi ben mi biliyorum? Neden bu şımarıklığım?

------------------------------------------

"Şarkı sözleriyle dalga geçmek" eylemini, ilk kez gördüğümde, Japon'un "eğlencelik hareketler kataloğu" na şaşırmayı çoktan bırakmıştım. En başta takındığım, kendimi fiziksel tehditlerden koruma dürtüsüyle geliştirilmiş, zayıf soyutlama hareketleriydi. İşe yaradı herhalde ki, Japon'umuz testislerime saldırılar düzenlemekten ve koşup koşup omuz atmaktan bir kaç haftada vazgeçti. Soyutlama vanasını, sonuç aldığımı bilinçsizce hissedip kıstıktan sonra muhabbetinden keyif almaya başladığım bu Japon'un, sevdiğim şarkılarla dalga geçmesi, hala da anlam veremediğim ilk gençlik sorunlarımdandır. Sorun mertebesinde algılamamın nedenlerini biliyorum, doğal olarak. Değerlerimin önemsenmemesi; dahası, onlarla alay edilmesi kalbime ve mideme zararlıydı. Midem, söz konusu zararları bana yıllar sonra anlatacak; kulak misafiri olanlar, beni nadiren hoş göreceklerdi...
Japon tarafından itinayla, bazen gece mesailerinde, votka ve sigarayla desteklenen enerjiyle dejenere edilen güzelim şarkı sözleri, hala güzellerimdirler ve güzellerim olarak kalacaklarını hissediyorum.
Japon, hep Türk'tü aslında.
How Bizarre da "havuza"ydı!

------------------------------------------

Askerliğimden sonra çalıştığım kargo havayolu firmasının, personel servisinin beni her sabah aldığı noktaya yürürken geçtiğim bir köprü vardı. Ataköy ve Şirinevler arasında, otoyolun üstüne kurulmuş bu köprü hakkında, beni hiç neden göstermeden katılımcılıktan kovalayan bir sitede okuduklarımın doğruluğuna hem şaşırmış hem de üzülmüştüm. Hepi topu 30 - 40 adımlık bir köprünün bir tarafındaki hayatın ve o hayatı, karşı taraftakilerinkinden çok az farklı dertlerle yaşayan insanların (görüntülerinin), diğer taraftakilerden üstünlüğü ve/veya aşalığı üzerine yazılmış onlarca yorum okumuştum. Bunların çoğu, içlerinden geçtikleri akılların kirlerine bulanmış da olsalar; özlerinde, nesnel verilere dayanıyorlardı. Algılanan bariz farkların altlarının çizilmesiyle yetinilmemişti o kadar.
Ne kadar?
"O kadar" deyip geçmek bana yakışıyor mu?
Ne yapayım? Gidip, duyarsızlıkları veya kolayca saldırganlaşmaları veya empatiyi antipatik bulmaları veya düşünmeyi yarıda bırakmaları yüzünden, ekşi beyinleri tokatlayayım mı? Kaldı ki, dediğim gibi, algılananlar kaçınılmaz. Farklar tokat değil, tekme!
Okuduğum zaman zikrettiğim gibi: "Hakikaten yahu!"
Dün sabah da aynı çelişik kaynaşmanın ayrışmasına şahit oldum. Zeytinburnu'dan bindiğim tramvay, ilk 6 durağında kabul ettiği yolcularla, daha sonraki duraklarından binenlerin çok farklı gözükmelerine aldırmadan ilerlerken; ben, Teddy Picker senin, Balaclava benim, müzikal aşk filmi soslu yolculuğumun tadını çıkarıyorduysam da, içim içim MNG servisine yaptığım ilkbahar sabahı yürüyüşlerimi hatırlamaktan da hoşnuttum.
Tramvay hattının, Zeytinburnu'dan Atatürk Öğrenci Yurdu'na kadar olan duraklarında binip inen, vagonu dolduran insanların genel görüntüsü, geri kalan duraklarda binenlerle hayli değişti. Cumartesi sabahına özgü bir istisna mıydı? Olabilir. Olmayabilir. Bilmem. Gördüğüm farkı bilirim. İyiyi ve kötüyü ayırmam için kullanmam gereken kriterler, güzel ve çirkini ayırabilmem için gerekenlerden çok daha fazlayken, bildiklerimin de pek değeri yok galiba.
Niye yazdım bunları o zaman?
Biliyorum.
İstediğiniz bu değil.
Aslında, utanarak, içime doğru çökerek, yıllarca beni kovalayacak bir itirafı klavyeye bırakarak; Japon'un, şarkı sözlerini bozması konusunu nereye bağlayacağımı unuttuğumu söyleyeyim ve iskambil kartlarıma döneyim.

Hiç yorum yok: