24 Şubat 2009 Salı

Çerkez Tavuğu

Yağ:

İddialarım beni genellikle utandırmazlar. Çoğu, bilgilerime dayanır. Yakın çevremde, hafızamla eğlenen korkunç adamlar olsa da; iddia ederken, kendimden gayet eminimdir. Sebebinin de, yıllarca kurtulmaya çalıştığım, faydaya çevirmeyi yeni yeni öğrendiğim sağlamcı tutumum olduğunu açık seçik ifade edeyim.

Baharat:

İfade ettiklerinin, kim olduğunu hiç bilmediğin insanlar tarafından, tam da amaçladığın şekilde ve tam da amaçladığın etkiyi yaratarak anlaşıldığını bilerek neler yaşadın? Bunu politikacılara sormak ve gerçek cevaplar almak isterdim. Sanatçılardan bu merakı gidermelerini beklemek çok bencilce ve gafilce olur sanırım.

Tavuk:

Elvira belki de ilk sanal karşı cins takıntımdı. 1988'de James Signorelli tarafından çekilen Elvira, Mistress Of The Dark adlı komedi filminde Cassandra Peterson tarafından canlandırılan bu karakter, daha sonra aynı isimli korku dizilerinde ve bilgisayar oyunlarında da aynı miktar ve güzellikte ete bürünmüştü. Bu bilgisayar oyunu sayesinde, karanlık Amiga ergenliği gecelerim, ten rengi ışıkla aydınlanmıştı. Hiç ışık vermeyen geleceğimin, sanal nelerle şekilleneceğini bana söyleyebilseydi keşke bu cadı... 7 disket yükü oyunda 1 arpa boyu yol alamayan ben, Elvira'nın görüntüsüne mest olurdum. Kaan Sezyum anlar beni. Gerisi yalan anlar...

Sarımsak:

Ayık tutacak ama sıcak yatağı özletecek kadar serin bir gün olduğunu, dışarı çıkmadan da anlamak mümkündü; umursamadılar. Isısı, kokusu ve rahatlığı sıkça değişen odalardaki farklı ısı, koku ve rahatlıktaki yataklardan usanmış adamın aklı, kaldırımlarda ve çimlerde atılacak denk adımlardaydı.
Soru sormayı çoktan bırakmış olsa da; sözleri, merakla zorlanan aklından ağzına ulaşıp, dudaklarından çıkarken yumuşamakta zorlanıyordu. Su yerine içtiklerini düşündü.

Ceviz:

Çok küçükken, Çanakkale'de askeri bir kampın sahilinde, kumda oynadığımı hatırlıyorum. Yaşım 2 veya 3 olmalı. Şimdi bambaşka bir insan olan babaannem, beni rızam olmadan denize alıştırmaya çalışıyordu. Niyeti gayet iyiydi ama deniz kötüydü. Anlatamıyordum. Annem anlıyordu, biliyorum. Çünkü sadece annemin kucağındayken ağlamıyordum. Bir de babamın yaptığı güneşliğin (gölgelik olmasın?) altında, sakin sakin kendi halime bırakılınca, sessizce kumla harikalar yaratıyordum. Şehir planlamacı veya mimar olacağımı sanabilmem için kültürüm yetersizdi. Kendime en güvendiğim anlar o gölgeliğin (güneşlik olmadığına emin miyiz?) altında ve kıçımın üstünde durduğum anlardı. Tuzlu ve soğuk ve ne yapacağı belirsiz deniz suyundan uzak, anne ve/veya baba kucağına ve/veya avuçlarına yakın olduğum anlar... Bazı hayvanların çiftleşirken veya dışkılarken, diğerlerinden soyutlanmasının değerine ve işlevine denk bir şekilde, ama ne yazık ki kendi kontrolüm dışında (yine de, iyi ki), buraya yerleştirildiğim zamanlarda, sahilin tadını çıkarabiliyordum. Kakam veya çişim gelince, bir şekilde mesajımı iletiyordum ve en yakın tuvalete (tuvalet?) annem ve babam tarafından götürülüyordum. Öğlenin bir anında, dayanılmaz bir susuzluk, hiç aman vermeden, ciğerlerimden bir ordu yola çıkardı. Birlikleri damağıma karargah kurduğunda, tüm vücut vatanımın ele geçirilmeden önce son bir şansı olduğunu önümdeki kovaya bakınca anladım. Annem veya babamdan su istememe de gerek olmadan, kendi güçlerimle bu düşmanı savacaktım! İçi su dolu kovayı ağzıma dayadım ve susuzluk ordusuna karşı büyük taarruzu başlattım. Ağzıma dolan tuzlu suyun büyük bölümünü yuttum ve işgal kuvvetlerine denizi dökmüş oldum. Ağladım sanırım. Bağırmış da olabilirim. Zafer çığlığı beklerken, anne himayesi için inleyen bir nesil çıkmıştı kovadan! Yardıma koşan diğer büyüklerin (gelişmiş medeniyetler!) gülüşmeleri arasında, tatlı suyla kendime gelmişimdir büyük ihtimalle.

Soğan:

O günden beri tuz sevmem. Yalan! Tuzu sevmemeye başladığım günü bilmiyorum.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Çerkez Tavuğunun içinde kuru ekmek kırıntısı vaaaar... Mayonez de sanılanın aksine yoook.

Unknown dedi ki...

ve de denizde dogum...