19 Ocak 2009 Pazartesi

Şarap veya su

Derler ya; "Carpe diem be abi!" diye geçiştirirler ya... Sinirlerimin iletkenliği azalır. Bozulmazlar ama, yavaş çalışmaya başlarlar. Bu söz, bu yaklaşım şekli, beni sahibine bir metre daha fazla mesafeden bakmaya zorlar. Geçiştirmeyi övmek, önemsememeye teşvik gibi gelir bana bu söz. Bendeki bu etkisinin sebebi, genellikle, sözün kullanıldığı andaki kaynağının gözlerindeki boşluktur.
Asıl değer verebileceğim önerme, "Ne olursa olsun, yaptıklarının sonuçlarına katlanabilecek neşen, öngörün, gücün, affediciliğin...vb olsun!" dur. Yarını düşünmeye ne hacet? Üç (sayıyla 3) dakika sonrasında neye yol açtığımızı bilerek yaşamak için zevkimizden, iyiliğimizden, gücümüzden, midemizden olmuyor muyuz?
Öldürmüyor muyuz?
Bu edalar, bu kinayeler, yatırım (ve eninde sonunda batırım) değil mi?
Aptallığımın, dağ olduğunu bilmezdim.
Yetersizliğimin, en büyük gücüm olduğundan bihaber (o kadar okudum, seyrettim, dinledim, nafileymiş), kronik kramp vücudumla gözüktüm hep.
"De get, yalan dünya" diyeceğdim; diyenlere boyun eğdim.
Diyebilmekle ilgilenmedim hiç.
Öldürmüyor muydum?
Kendi çocuklarımın ölümünden sorumlu tuttuklarıma çamur atmasam da; kendimi kendi gözümde temize çıkarmanın en kolay yolu, içinde bolca "ise" , "ama" , "böylece" geçen cümleler düşünmek değil miydi? Cümlelerle düşünmediğimizi savunurken, çelişkimden hiç mi utanmadım? Utanmayınca ölenleri nereye gömdüm veya nerede yaktım? Yoksa bu koku hiç ellemediğim cesetlerden mi geliyor? Hayır, Gaultier değil!
Bu koku havai fişeklerin bıraktığı yanık kokusu!
Ne kutlandığı hakkında olgunlaşmamış fikrim var.
Hamken çok ekşidir fikirlerim; olgunlaşınca acılaşırlar...
Çürümelerini bekle...

--------------------------------------------------

Hiç yorum yok: