5 Kasım 2008 Çarşamba

ayıkent

29 Ekim sabah saat 10:30'daki trenim 45 dakika gecikmeyle kalktı Praha-Holešovice'den.
Önce 2. sınıf biletimle, üzerinde 1 yazan vagonda oturmam gerektiğini öğrendim. Hollanda'da durum hep tam tersiydi...
İstasyonda tanıştığım Amerikalı kız inat edip 6 kişilik bir kompartmana kuruldu. Ben de Çek köylerinin manzarasına verdim dikkatimi.
4,5 - 5 saat sürmesi gerekti bu seyahatin.
1. ve 1,5. saatlerde biletim kontrol edildi.
2. saatte omzuma bir el dokundu. Üniformaları şehirdeki polislerinkilere benzemeyen 3 polis benden pasaportumu istedi. "Bu nasıl Schengen lan?" diye geçirdim içimden. Pasaportlarımı ve vizelerimi üstlerindeki bir sürü farklı resimle görünce, şu anda geçerli bir kimlik istediler. Bu sefer de "etme bulma dünyası oğlum!" diye geçirdim içimden ve şirket kimliğimi ve T.C. kimliğimi çıkardım. Teşekkür edip, özür dileyip yanımdan ayrıldılar.
10 dakika sonra da Almanya'ya girdi tren.
Bu arada, geçen seneden beri ulaşmaya çalıştığım Yasemin'in, benim Berlin'de geçireceğim sürede Hindistan gezisinin 10'da birini yapması yüzünden bel bağladığım kardeşi Nilgün'ün de Londra'ya gitmesi sonucu, Yasemin'in arkadaşı Saskia'yla irtibat kurmaya çalışıyordum. Doğanın güzellikleri ruhumu doyururken, mikrodalga iletişimime engel oluyordu. Sonunda, Saskia ile ertesi gün sabah 10'da buluşmaya karar verdik.
Berlin Hauptbahnhof'da trenden inince, biraz algı şoku yaşadım. İstanbul arkası Prag rahat gelmişti. Şimdi ise iş yerimden daha büyük bir tren istasyonundaydım. Almanya'ya bu gelişimde iletişim kurduğum ilk insan bir Türk kızıydı ama Türkçe bilmiyordu. İngilizce anlaştık ve bana raylı sistem farklarını anlattı...

Yazmaktan sıkıldım...

Hiç yorum yok: