12 Mart 2007 Pazartesi

Dünya Kadınlar Günü'nün gecesi ve ertesi sabah

09.03.2007'de yazılmıştır:


Tamam, adamlar biraz beklettiler ama, sonra öyle bi mutlu ettiler ki, beklediğimiz dakikalar helal olsun!

Dün (08.03.2007 Persembe) akşam, Akatlar BJK Spor Kompleksi'nde, önce, yerli ürün Dorian'ı, sonra da Amarigan malı Incubus'u izledik. "Mal" dediğime bakmayın, gayet yiğit ve başarılı adamlar. Burda doğsalardı kesin komando olurlardı. (Ben iyice salaklaştım)

Komplekse vardığımızda, bahçede birleşik U ve S yapmış bir kuyruk vardı. Biz de U'nun uçlarından birinden sıraya girdik. Neyse ki hızlı ilerliyordu ve 15 dakika sonra, merdivenlerle inilen alt kapıdan geçmeye hazırdık. Önce, merdivenlerin başında sezgileriyle güvenlik kontrolü yapan birkaç adamın onayından geçtik. Sonra, merdivenlerin dibinde, biraz daha konvansiyonel yöntemlerle aramaya tabi tutulduk. Ancak, bence bu da son derece yüzeyseldi. (Ben her yeri iyice kendi iş yerimle kıyaslamaya başladım)Sonra, üzerlerinde hiç bir tanıtma ibaresi olmayan (isim veya görevli kartı veya kol bantı, üniforma, etketli veya logolu t-shirt, mont...vs), 20'sinden gün almamış sivil arkadaşların çıkıp, "biletinizi alabilir miyim?" dedikleri noktaya geldik.
Ben "Niye sen?" derken, herif "Aaaaa siz burdan giremezsiniz, sizin yeriniz numaralı, girişiniz yukarıdan olacak" dedi. Neden bu noktaya gelene kadar bir uyarı yapmadıklarını, bir tabela veya işaret koymadıklarını sormak istediğimde de, yetkililerin yukarıda oldukları cevabını aldım. Hakan da, ben de köpürmeye başlamak üzereydik. (Biz pek bi tahammülsüzleştik)

Yukarı döndük. Saçmalık hakkında konuşacak, durumu medeniyet yönünde değişterecek bir veya birkaç "yetkili" aramaya başladım. "Şurdaki montlu bey" e ulaştığımda, 20'sinden gün almamış başka bir "yetkili"yle karşı karşıyaydım. Arkadaşlarının, U'nun ortasında durup bağırarak, girişler hakkında bilgi verdiğini, herhalde bizim duymadığımızı söyledi. Tabela konusunda da rüzgarı suçladı. Neyse ki, son cümlesi "özür dilerim beyefendi" oldu.
Vücudumun çeşitli yerlerine (zannettiğiniz gibi genital bölgeler değil) özellikle dokunmayan güvenlik görevlilerinin kontrolü yine komik geldi. Adam, sağ bacağımın dizden aşağısına ellerini değdirdi, ama sol bacağımla ilgilenmedi. Gövdemde de, sırtıma dokundu ama göbeğim, kollarım ve belim ilgisini pek çekmedi. Kendimi nasıl güvende hissettim, anlatamam. (Ben iyice pimpiriklendim)

Sonra güzellikler başladı. Önce, saçma demir taraklarıyla, "survivor" veya "fear factor" aşamasını anımsatan turnikeyi kontrol eden tatlı kız; sonra, mekana girer girmez, üzerinde burcumun (boğa) amblemi olan küçük paketlerden uzatan Binboğa tanıtım elemanı kız; sonra tribünlerin üst tarafındaki Pall Mall standındaki yardımsever kız; genel olarak da etrafımızdaki bir sürü yeni nesilin güzelliklerini temsil eden kızlar ilgimi çekti. (Ben pek bi azdım bu aralar)

Mekandaki insanların yarısı 20'li yaşların altındaydı; diğer yarının çoğunluğu da 30'lu yaşların altındaydı. Az sayıda "amca" ve "teyze" gördük.

Tuborg ve Binboğa satılıyordu içerde. Tuborg'un 33 CL'lik ılık kutusunun fiyatının 8 lira olduğunu öğrenince Binboğa'yı sormadık bile.
Ben önce "zaten midem ağrıyor, 8 lira da vermem biraya" dedim ama Hakan benden daha gerçekçiydi. "Vericez abi..." dedi.
Yarım saat sonra bana 20 lira uzatıp "bira alsana" dedi. Baktım ciddi. Gittim Tuborg buzdolabına. Önünde 2 temiz yüzlü ergen erkek. Dedim "2 bira". Verdiler, parayı aldılar. Üstü olan 4 lirayı tarihin gördüğü en kötü sahte banknotla ödediler. 2 tane küçük kağıt parçası. Üstlerinde "2 YTL" yazıyor. "Abi" dedi bir tanesi. "Şimdi bozuğumuz yok, ama bunlar burdaki her satış noktasında geçiyor, veya çıkışta bizden paranı geri alabilirsin." Afalladım. Elimdeki senetlere baktım. Sinirlendim ama kabul ettim.Yerime geri döndüm ve Hakan'ı da afallattım.

Hakan'la muhabbet, midemin acısı falan derken, Dorian çıktı sahneye.

Dorian hakkında "2 şarkılarının yarıları, yani toplam 1 şarkıları fena değil. Ama neden devamlı ağlaklar? Bu yeni bir janr mı? Karamsar rock mı? Ağlak rock mı?" diye düşündük.

Dorian'dan sonra, ortalığı incelemeye devam ettik. Salonda bir sürü BJK bayrağı vardı. Sahnenin üstünde ise koca bir BJK amblemi ve onun da iki yanında kocaman kartal figürleri vardı. Hakan'a "Oğlum, Incubus BJK armasının altında konser verecek!" dedim. O da "Daha güzel ne olabilir ki?!" dedi. Böyle bi adam O.
Sahnenin üstündeki 2 projektörden, salonu gezen "COLIN'S" yazısı yansıtılıyordu. Bu gezinti sırasında da, yazılar (kuvvetli ışık) dakikada bir gözümüzden geçiyordu. Yani muhabbetimiz sırasında, her dakikada bir kere gözlerimizi kapıyorduk. Komik ve sinir bozucuydu. COLIN'S almayacağım.
Sahnenin solundaki tribünlerde, 2 alandaki koltukları, üzerlerine devasa birer halı örterek kapatmışlardı.Banttan yapılan müzik yayınında, nedense ses komik ölçüde kısıktı. Hatta, Thunderstruck çaldığı halde açmadı herifler sesi.
Sahneye defalarca gelip giden teknisyenler her defasında seyirciden büyük alkış aldı. Grup üyesi sanıldıklarını anladılar mı bilmiyorum tabi. Yine de gururları okşanmıştır eminim. Gitar teknisyeni (ya da gitar yetkilisi, müdürü, şefi, neyse artık) Voodoo Child'ın ilk saniyesini tıngırdattı. Alkış kopmadı. Anlamadım. (Ben iyice salaklaştım)

Çişimiz geldi. Önce Hakan gitti tuvalete. O geldi, ben gittim.Pisuvarın üstünde içi sidik dolu bi plastik bardak vardı. Güldüm. Sonra salondan deli bi alkış geldi. "Hah" dedim, "heriflerin sahneye çıkışlarını kaçırdım". Hemen mülkü toparlayıp tuvaletten çıktım. Tribünlerin üst tarafındaki Pall Mall standındaki yardım sever güzel kızın önünden pantalonumu toplayıp kemerimi bağlarken, yüzüne bakmadan geçtim. Ellerimi de yıkamadığımı anlamıştır herhalde.
Yerime vardığımda anladım ki, seyirci yine bir "fake" yemiş, benle de paylaşmıştı.

Hakan pisuvarın üzerindeki sidik dolu bardaktan söz etmeye kalktı. Oturttum. Bir yandan da aynı pisuvarı seçmiş olmamızın, arkadaşlığımızın değeri hakkında bir gösterge olup olmadığını merak ediyordum ama Incubus sahneye yavaşça çıkmaya başladı. Merakımı erteledim.

Sonra Quicksand başladı. Çok güzeldi.Brandon ceketini çıkarıp T-shirt ile kalınca seyirci yine alkışladı. Yine anlamadım.Son albümün hemen hemen yarısını çaldılar. A Crow Left Of Murder'ın da 3-4 şarkısını dinledik güzelce. Sick Sad Little World'ün ortasına davul ve Djembe atışması koydular. Eğlence patlaması oldu.Brandon, Light Grenades'i eline geçirdiği ışıklı eldivenlerle söyledi. Eldivenlerin ışığı o kadar güçlüydü ki, sanırım ayrıca bir güç kaynağına bağlıydılar. Bu da ilginç ve çok güzeldi. Aslında, sahnenin sağa sola oynayan ışıklarını saymazsak, tek görsel gösteri de buydu.Tüm şarkıların arasında ortalık fena halde kararıyordu. Zaten sahneye çıkarlarken ve arada ekipmanın ayarlarıyla ilgilenirlerken, ortalıkta küçük el fenerlerinin ışıkları görünüyordu.

Basçı Ben Kenney'in doğum günüydü. Brandon, Ben için "He's never been kissed" dedi. Acıdım. Gittim öptüm gıdısından.

Daha, Megalomaniac ve Pistola çalmamışlardı, selam verip gittiler. Sahne ve salonun da ışıkları yakılmadı. Ama yine de seyircinin bir bölümü çıkmaya başladı. Herhalde, yeni nesilin tecrübesizliğiydi bu ama yine de anlamadım. (nöron yok bende, neon kullanıyorum)
Sonra, cayır cayır geri geldiler. Megalomaniac'ı da çaldılar, Pistola'yı da.
Sonra, tekrar gittiler. Ama bu sefer, teker teker selam verdiler, seyirciye alet edevat attılar falan. O zaman dedim ki "haaa bunnar bu sefer harbiden gidiyo". Anladım yani.
Sonra ışıklar yandı.

Tuborgcu'dan paramızı almalıydık. Hatta, ilk 2 biradan sonra bir kez daha gidip, Hakan'a 1 bira daha almıştım; o seferde de para üstünü A4'ten kırpma Bubblejet Senet'le ödemişlerdi. Hakan tuvalete girerken ben Tuborg ergenlerine gittim. Yine bozukları yoktu. Tuvalete Hakan'ın yanına gittim. Senetleri verip, cebindeki bozuklarla, işi halletmesini rica ettim. Kabul etti sağolsun, kırmadı beni. Sonra yine aynı (ortak) pisuvarımıza ben de işedim. İçi sidik dolu bardağın içindeki sidik değişmişti. Alt tarafı koyulaşmış, üst tarafı açılmıştı. Tekrar güldüm. Bu sefer acelem yoktu ve rahat rahat elimi yıkadıktan sonra çıktım.

Hakan parayı almıştı.

Girdiğimiz kapılardan çıkacaktık. Sanırım başka da kapı yoktu.Yalnız çıkıştaki kapıların sadece 1 kanadı açıktı; o da en fazla 70-80 CM genişliğindeydi. Yüzlerce (numaralı koltuklarda en fazla 1000-1200 kişi vardı) kişi o kapıdan geçmek için sıkıntı yaşıyordu. Kapıya yaklaşan heme herkes, diğer kanadı da açmaya çalışıyordu ama arkadan gelen basınç, durup uğraşmayı imkansız kılıyordu. Uğraşanlar da beceremiyordu. Sıra bize geldiğinde, açılmış olan kanadın arkasında duran güvenlik görevlisine niye diğer kanatları da açmadıklarını sorduğumda, "açılmıyor ki!" cevabını aldım. "Kafanız yok di mi?" deyip akıntıyla çıktım dışarı. O anda bi şangırtıyla yandaki kapının iki kanadını birden ya açtılar ya da kilitlerini kırdılar. Bir alkış koptu. Küfrettim.

Mekanın önünden aşağı yürüyüp bir taksiye bindik. 30 liraya Bakırköy'e götürmesi için anlaştık.Eve gelip yattık.

Rüyamda çok ilginç şeyler dışavurdu zihnim. Saat 11'de, mutlu mutsuz uyandım.Bir tane zeytinyağlı kurabiye yedim ve o kurabiye saat 13:30'da günümü kurtardı. Muayene sonrası, reflü öntanısı koyan doktorum Prof.Dr.Kadir Bal, aslında midem boş olsaydı endoskopi yapabileceğini söyledi. Çarşambaya randevulaştık biz de.

Incubus'a bakmak isteyenler Wikipedia'nın ilgili sayfasına burdan yönlenebilirler.
Bu da abilerin kendi siteleri.

Zevkle dinleyin isterim.

Hiç yorum yok: