26 Aralık 2008 Cuma

memesiz (notitlet)

"There's an angel on my shoulder, in my hand a sword of gold..." diye başladı akşamım. Bilmediğim yollardan geçerek gelmiştim evime. Üstümde aralıksız aralık soğunu taşımaktan bunalmıştım. Sevgilisini, hissedebildiği her noktasına bulaştırarak tatmak isteyen; seyahatlerini anlatan; ölümünde sezdiklerini ve istediklerini bağıran; aşkını, hayatına, sorgulayarak davet eden; araba tutkusunu ve hasretten muaf yaşadığı şehvetini benzeştiren adamlar karşıladı beni. Selam vermeyi bitirebilirsem, anneme yemek de ısıtabileceğim...

---------------------------------------------

1988'de, Peggy Noonan tarafından yazılıp, George H. W. Bush'un ağzından, Cumhuriyetçiler'in bir toplantısında duyulan bir söz, Selçuk Erez'in bir çalışmasına gönderme yaparak, zihnimi bulandırdı. Aklımdaki, ambargo karşıtı kongre "daha fazlası!" diye diretecek ve ben "hayır" diyeceğim! Bunu Foreclosure Of A Dream seyrederken ve muhallebiye aklımı karıştırırken farkettim.

---------------------------------------------

Antrikot ağrısından ziyade, kafamı tükettiğim alkol ve tütün miktarının zararlı etkilerine mi takmalıyım? Yoksa, Almanlar'ın bu yaşıma kadar hayatıma yapamadıkları bütün etkinin acısını, son bir ayda çıkarmalarında benim ne kadar pay sahibi olduğumu mu bulmalıyım? Antrikotun yarısını annemin avuçlarına bıraktım. Diğer yarısı benim içimde. "Almanlar kaybedince biz de kaybetmiş sayıldık" safsatasına yan gözle bakıyorum şimdi. Bir Rock-Im-Park olsun, bir Kaiserburg olsun, bir Lufthansa hostesinin ilkyardımı olsun, bir Saskia'nın misafirperverliği olsun, bir Kaiserburg bahçesindeki çiçeklerin fotoğrafı olsun, bir Elisabeth'in memnuniyeti olsun; hepsi gözüme dizime dursun. Böyle miydi? Göz ve diz miydi? Elime yüzüme mi bulaştırdım? Yıkasana...

---------------------------------------------

Annem ilk kez bir yazımı okudu bu akşam. Nasıl da "pekiyi" verdi canım, canıma! Ben anneme ne zaman ve nasıl takdir belgesi sunabileceğim? Şu ana kadar ettiğim teşekkürleri nerede saklıyor?

---------------------------------------------

Bir günümü, herhangi bir günümü, ilgi çekici veya sıradan bir günümü, heyecanlı bir günümü, mutlu bir günümü, vajinasına penisimi soktuğum bir günümü başlıklandıramıyorum artık! Başlıklandırsam da, başlığın altı boş kalıyor. Sanırım, her kurtarıcımın bakıcılarında gözlediğim döneme girdim. Çelişik ve keskin, bütün dürtülerim, teker teker, rahatça oturacak yer bulabiliyorlar. Onlardan, ayakta koro veya amigo takımı oluşturamıyorum artık. Her algıladığımı, kaşarlanmış ama enerjisinden hiç kaybetmemiş bir kalecinin bütün verimliliğiyle, rahatlığıyla yakaladığı şutlardan sonra takındığı ve artırdığı bir özgüvenle algılıyorum. Ne yapacağıma, hala, o kalecinin, oyun sistemi geliştirememiş takım arkadaşlarından bir ipucu bekler bakışlarıyla bakıyorum. Evet, burda, ellerimin içinde; gol olmadı ama, nereye göndereceğim? Nerde bekleniyor? Sağır eden çanları duyan yok mu?

Hiç yorum yok: