17 Ekim 2009 Cumartesi

İmla, ulaşılması zor kudret...

16 Ekim 2009 Cumaertesi. Gün başlayalı 18 saat 50 dakika olmuş. Haftalardır biriken toz, bakteri ve bilgisayar izlerini evden çıkarmam gerekirken şu yaptığıma bak! Bakıyorsun zaten. Her harfine olmasa da (insanlar harf harf değil, sözcük sözcük okur), gayet bu sayfadasın. Cumaertesi... Ne oldu? Bir harf fazla mı? Ben seviyorum o "E"yi... Harf harf okuma! İnsansın sen... Sözcüklere, dikkat ettiğini bile bilmeden, odaklanman lazım.
Anılar, şimdi gözümde canlandılar. (Coşkun Sabah'tan daha güzel bir site beklerdim gerçi...)
1994'ün güzel bir sabahında, Hakan, Sinem, Emek ve ben, Büyük Ada'ya gittik. Bütün gün bisikletle, adanın izin veren hemen her bucağına ulaşıp güzel zaman geçirmiştik. O dönemimde, yanıma gelmesinden bir kaç dakika önce kokusunu aldığım bir kızla ilgili derin düşüncelerde sıkça kayboluyordum. Bisikletleri kiraladığımız dükkandan çıktıktan az pedal sonra, benim kiraladığım bisikletin arka lastiğinin, kullanılmayacak kadar indiğini, asfalta beyaz boyayla nakşedilmiş bir E harfinin yanında farketmiştim. Bisikleti dükkana geri götürüp değiştirdikten sonra, o E harfinin yanından gülümseyerek geçmiş ve kokulu hanım kızımızı yanımda hissetmiştim. Bir süre sonra, 4 kişilik grubumuzun gitmekte olduğu yönün tersine, var gücüyle pedal basan akran bir erkek gördük. Süratinin nedeninin kaçması, kaçtığı şeyin de Emek olduğunu, Emek yanımızdan daha hızlı ve küfürler ve tehditler bağırarak geçtiğinde anladık. Az dakika sonra yanımıza geldiğinde, Emek'in kendisine laf atan genç bir erkek insanı kovaladığını öğrenip hayret ettik. Emek hariç hepimiz lise iki veya müstakbel lise son öğrencisiydik. Emek ise sanırım ortaokula yeni başlamıştı. Hem laf atılacak kadar kadın, hem de laf atanı kovalayacak kadar erkek miydi? Algılar ve salgılar değişken, bağıntılı etki nedenleri...
O kadar eğlendik ve evden uzakta, dışarda olmanın tadına o kadar açtık ki, geceyi de adada geçirmeye yeltendik. Pipileri olanlar için evlere haber vermek, kukululara nispeten daha kolaydı. Bir türlü, Bahçelievler'deki Nesrin Teyze'yi nasıl arayıp, kendisine neyi nasıl söylersek, cebimizdeki harçlığa uygun fiyatla bulduğumuz pansiyona doğru rahatça pedal basabileceğimizi kestiremiyorduk. Kızının ve yeğeninin güvende olacağını telkin edebilecek bir adam gerekiyordu. Ahizeyi elime aldığımda, şansımızın zorlanmaktan kırılmak üzere olduğunu değil, sayemde bütün akşam içki içip kağıt oynayabileceğimiz için arkadaşlarımın bana ne kadar çok teşekkür edeceklerini düşünüyordum. Durumu nazikçe sunmama yarayan sözlerime, Nesrin teyzemin cevabı "Kızlarımı emanet ettim, bu akşam onları sağ salim buraya getir!" cümlesi oldu. O gün çok fotoğraf çekmiştik. Sinem'in kamerası çok bereketli çıkmıştı. Sabahtan akşama, her güzel kareyi hapsetmiştik içine. Biraz şaşırmamıza rağmen, üzerimize gayet rahat olan boşvermişlik yüzünden sanırım, "henüz dijital fotoğraf teknolojisi bize ulaşmamışken, bu film makarası neden bitmiyor?" dememiştik. Bizi anakaraya sağ salim taşıyacak olan vapura yürürken, beyaz bir kemerin altından gördüğümüz, o zaman için sıradışı sayılan, kökten dinci bir çiftin manzaraya karşı gün batışı romantizmi manzarası, en güzel karemiz olacaktı. Acıyla farkettik ki, Sinem'in kamerası bozulmuş ve bütün görüntüleri aynı kareye almış. Makarayı her kuruşumuzda beyhude enerji harcıyormuşuz... Aslında, idrakımı zorladıktan sonra, hiç de beyhude olmadığını söylemeliyim. Aynı enerji sayesinde eğleniyor ve şimdiye ulaşan anları yaşıyorduk.
Asfalttaki E harfine gülümserken, 15 sene sonra, kumda başka bir ismin tamamını göreceğimi bilemezdim. Bir saniye sonrasını biliyorum ya...
Yazara hürmet ederim...

Hiç yorum yok: