25 Ekim 2009 Pazar

yar, ak kafalı



25.10.2009 Pazar, saat 10:34...

Dün gece annemin beni telefonla arayıp, saatlerin 60 dakika geri alınacağı uyarısını yapmasından sonra, "Ana gibi yar olmaz" demek geldi aklıma. Demedim lakin...
Onun yerine, "Yar ne demek lan?" dedim kendime. "Sevgili demek değil mi? Uçurum kastedilemeyeceğine göre!"

Çok uykum, az enerjim vardı bunlar olurken. Beynim pamuklaşmıştı. Kanımda oşkizen artıyordu ve hücrelerimin ihtiyaç duyduğu şeylere sahip değildim. Amarigadaki yarımdan ses alamıyordum, eko yoktu... Kafam dimağsız, dilim iddiasızdı...
Dolayısıyla, kendi kendime bile ahkam kesmekten çekindim.
Türkiye saatiyle 04:00 civarında uyudum.
Amariga saatiyle 23:00 civarında yarim aradı. Sesine süründüm. Telefonu sadece öpesim, koklayasım, yalayasım değil, aynı zamanda, yiyesim de geldi. Kalktım, pencere kenarından denize bakarak konuştum kendisiyle. Sonra, uykuma huzurla devam ettim. Az önce, aklımı başıma almaya başlamış halde uyandım. Yatak odasının tavanında, hacze gelmiş icra memurları gibi duran sivrisineklere kimyasal mal varlığı sundum. Mevsimin kışa benzemeye başlamasıyla ve Ekim maaşımın tarafıma teslim edilmesiyle vesile bulup, dün satın aldığım tahtaları, ilgili yerlerine yerleştirdim. Elbise askılarını gardroba, dilimleme satıhı olarak şekli değiştirilmiş bambu plakayı ve teflon dostu ucuz maşayı da mutfak tezgahına bıraktım. Evin bayındırlığıyla ilgilenmeye devam etmem gerek. Sonra...

Sonra dedim ki kendime, "Neydi o yar konusu? Bir bak bakalım Türk Dil Kurumu kaynaklarına!" Kendim "pekiyi" demeden harekete koyuldu...

Hanımlar, efendiler, "Ana gibi yar olmaz" sözünde, benim kirli ve yetersiz aklıma gelen gibi bir "sevgili/eş ve anne karşılaştırması ve anneyi daha değerli çıkarma çabası" yokmuş! Türk Dil Kurumu sözlüğünde, "yar" sözcüğüne ait 9 farklı anlam, toplam 22 maddede açıklanıyor. Bu 8 farklı anlamı, "uçurum, salya, yumuşak bir taş, sevgili, kabir, ağız boşluğu, dost, yardımcı, hayvan sırtında semer nedeniyle oluşan yara" olarak özetleyebiliyor olmaktan övünç duyuyorum.
"Ana gibi yar olmaz" deyimini de, "Ana gibi yar olmaz; Bağdat gibi diyar olmaz" gerçek ve tam haliyle yazarak, kendimi kurtarma çabasındayım. Sunduğum TDK bağlantısını bir kullanın.
Bağdat gibi bir diyarın olmadığına da canı gönülden katılıyorum.

Telefon ve ona yardımcı diğer teknolojik ürünlerin gelişmesinde emek sahibi olan her insan evladı da bana yar oldu dün gece/bu sabah...

Şu yaşıma kadar, bir sürü yarim oldu. Çoğuyla iyi geçindim. Azıyla seviştim (yarin yarına yar bırakmak). Çok azıyla kardeş kadar yakınımdır. Çok daha azıyla da anlaşmakta zorluk çektiğim, çatıştığım (yarmak, yaralamak) oldu. Yarlarla anlaşmanın gereksiz olduğunu düşünmeye meyilliyim. Çünkü, aklımı zorlayan son değişikliklerden sonra, kendimi kendime, özetle, "anlamasam, hatta hak vermesem de, karşılıklı destek konumlarımızdan kaynaklanan bir tolerans avantajımız var ve bunu kullanmaktan çekinmiyorum; aksine, benim davranış standartlarıma uymayan özelliklerini sineye çekmeye çalışıyorum..." diye savundum. Demek ki, iki insanın iyi geçinebilmesi için, birbirlerini aynı kesinlikte ve onaylayarak anlamaları gerekmediğine inanıyorum. "Sevgi anlaşmak değildir..." diyen kim? Katılıyorum! Değer vermek için, bir insanın, algısal olarak karşısında veya içinde olmak değil, yanında huzurla bulunmak gerek sanırım.

Ben gece hayatına çok küçük yaşta başladım!
7-8 yaşlarımdayken, annem, teyzem ve dayımın da katılımıyla, cuma akşamlarını Küçük Çiftlik'teki lunaparkta geçirmeyi çok severdim. O zamanlar, geceler şimdikilerden çok daha kısaydı ama çok daha doyurucuydu. Bir kaç gün önceden, telefonla ayarlamalar yapardım. Teyzemi ve dayımı arar, cuma akşamı için sözleşirdim. Annemden de onay aldıktan sonra, cuma akşamını beklemekten başka bir işim kalmazdı. Yaşadığım mahallede, sosyal bir organizma olduğumu hissettiren ilk yarlarımla kurduğum iletişim de, şimdikilere göre, çok daha yalın, açık ve çekincesizdi. "Kuantum fiziği" gibi, "Çocuk psikolojisi" de sonradan adlandırılan bir dallandırma, sanırım.
Küçük Çiftlik sözü veren annem, teyzem ve dayıma duyduğum sevgi ve kocaman, rengarenk, gürültülü ve eğlenceli bir dünyanın heyecanı dilime vururdu; gördüğüm, beraber oynadığım arkadaşlarıma "Biz bu cuma lunaparka gidicez!" derdim. Amacım, biraz hava atmak, biraz da heyecanımı paylaşarak, gündemi güzelleştirmek olurdu. Doğal olarak, insanların sosyal ilişkilerinde, her adımlarını tam olarak istedikleri noktalara bırakmalarının mümkün olamadığına da bu yaşlarda, belki de tam olarak 1984 yazında tanık oldum ve aval aval baktım. Tecrübe edip anlamaya daha çok mevsim vardı, sanırım. Yarlarıma ilan ettiğim Küçük Çiftlik geceleri, akşam geceye devrolurken iptal edilirdi. Ya, teyzem veya dayım arar, başka ve daha önemli bir işleri çıktığını, gelemeyeceklerini söylerdi; ya da annemden başka iptal nedenleri duyardım. Kötü haberlerin akşam üstlerinde geldiğine dair bir fikri sabitlemedim. Onun yerine, daha sonraları Küçük Çiftlik'ten büyük planların da sekteye uğrama şekillerini inceleme ihtiyacımın farkına vardım. Olaylar genellikle şöyle gelişiyordu: Ben, bir olayı yaşamayı çok istiyordum. İstediğim aktivite için plan yapıp gerekli adımları atıyordum. Bütün hazırlıklar zamanında ve tam olarak gerçekleşiyor, istediğim sonucu alma ihtimalim çok güçleniyordu. Bu isteğimden, planlarımdan, söz konusu hareketlerimden ve umuttan çok, haklı beklentiye dönüşmüş hislerimden ve kaplan gibi duran ihtimalden, çoğu bana yar olmuş insanlara bahsediyordum. İhtimalin gerçeğe dönüşmesine ramak kala, aklıma daha önce gelmesi genellikle imkansız bir değişken nedeniyle, planlar orta yerlerinden yarılıyor, ihtimal tembel hayvana dönüşüyor, beklentim haksızlaşıyor, isteğimle arama koca bir yar giriyordu. Aşk meyvesinden, mantık çocuğuna, ordan da bilim gencine geçerken bazı denemeler yaptım. Gerçekleşmesini istediğim olaylar, yapmayı istediğim hareketler hakkında, insanlarla konuşmazsam, mutlu sonuca ulaşıyordum. Yıllar içinde, kimseyi nazar, kötü etki, kıskançlık sorumlusu olarak görmeden; Karma hakkında bilgisiz ve fikirsizce, sadece kendimi koruma amacıyla, yapacaklarım hakkında bir gizli ajan sıfatına büründüm. Gerçekleşesiler, çoğu zaman böyle gerçekleştiler ve beni mutlu ettiler. Kendi tecrübelerim içinde tuttuğum istatistiki kayıtlarım dışında, edindiğim bu gizlilik için, bilimsel hiç bir dayanağım yok.

Seyahat etmek de, gençliğimin geneline yayılan bir haz eylemi oldu. Gittiğim yerlerin büyük bölümü, ben yola çıkmadan çok önce, benim için yüksek önem ve güçlü çekim oluşturdular. Seyahatlerimin hemen hemen hepsini, tutkuyla, büyük hazla yaptım yani. Seyahatlerimden önce hazırlanma süreçlerimde, gideceğim yeri ve yola çıkış zamanını, mümkün olduğunca az sayıda ve sadece bilmesi zaruri olan insanlara bildirmek de var. Uçak biletimi kesen iş arkadaşıma veya vize başvurumu değerlendiren konsolosluk insanına "Vallahi, yani... Bilmiyorum ki... Prag mı, St.Petersburg mu, Cape Town mı, Bangkok mu... İşte bi iznim başlasın hele..." diyemem ki!

Şimdi, bana yar olan değerli insan evlatları, genellikle bu takıntımın nedenini ve işleyişini sorguluyorlar. Sorgulamakla kalmayıp bana sorular soruyor ve yorumlar yapıyorlar. Ben de, kimi zaman ego zedelenmesinden, kimi zaman samimiyet kuşkusundan, kimi zaman da anlama isteğinden kaynaklandığını düşündüğüm bu sorulara cevap verirken, kendimi ve doğru bildiğim hareketi savunmak durumundaymışım gibi hissediyorum. Durumunda olduğum tek şey mutluluk...
Benim mutluluğumun başka diyarlarda mutsuzluk nedeni olabileceğini biliyorum ama yarlarımda mutsuzuluğa yol açan bir insan olmak da istemem. Dolayısıyla, şu tavsiyemi okuyun:
Çıkacağım seyahatler, yapmayı istediğim, benim için önemli şeyler hakkında sizle konuşmamış olmamı önemsemek ve ahkama ve siteme kaçan sözlerin konusu etmek yerine, beraberce yaşadığımız ve yaşayabileceğimiz güzellikleri irdeleyin veya ülkemizin ne durumda olduğunu ve nedenlerini ve muhtemel çarelerini düşünün... En olmadı, kitap okuyun...
Takıntılı önlemim hakkında içinizde oluşan şeyi içinizde tutamıyorsanız, ben aranızda değilken, mekanı istediğiniz kadar kokutun. Suratıma gaz sıkmanız kaçınılmazsa da, bunu şu zamana kadar çoğunuzun yaptığı gibi dürüstçe ve şiddetsizce, arkadaşça, açıkça yapın. Yanımda oturup, sinsice de osurup, "Aaa! Gaz çıkardın! Çok ayıp! Ben burda durmam artık!" diyen yarı yarasım gelir.

(Başlıktaki "yar" , "arkadaş/dost" anlamında; "ak kafalı" da, "iyi düşünceli" anlamında kullanılmıştır. Sözcük oyunlarından hoşlanmayan yarlar kusura bakmasınlar...)

Hiç yorum yok: